Thursday, April 23, 2009

cacık.

Galaksimizde hatta evrenimizde neler neler olurken bir pembe plastik bir kaptan arkadaşlarla oturmuş cacık yiyorduk. Neyse ki bizim hiç gerçek zamanlı (bir episode 45 dk) dizi anlatan bir arkadaşımız yoktu, acınacak bir halde belgesel izliyorduk.
Çığrından çıkmış filler bize doğru koşuyordu, ben küçük bi organizma olduğum için bacaklarının arasından geçebildim, ama arkadaşımı fil ezmişti, neyse şimdi kaçiym sonra gelip onu kazırım yerden dedim, sonra bunun bi çizgi film olmadığına karar verdim ve bizi çocuklar izlemicekse dostumu satarım ya bişi olmaz dedim, budunbilimci olduğum için ben kabileleri gezmeye başladım, bir kabile iki kabile, bi baktım sadece sayıyorum, bu iş bana göre diil diyip astronot olmaya karar verdim, astronot olmak diyince aklıma belgesel geldi, şartlı refleks tahliyesiyle cacıktan men edilişimin öyküsünü kader çok yetenekli bir şey olduğundan hem ağlarını örüp hem de kurguluyordu. En sonunda reklamcı olmaya karar verdim, tanıtıcı reklamlar yerine kanırtıcı reklamlar yapan bir metin ceviz yazarı olmak istiyordum, insanları bişileri almak için adeta kanırtacak böylece onları en sonunda alma eyleminin kanırtıcılığından bıktırıp, dünyadaki tüketim çılgınlığını engelleyecektim, çok harika muhteşem planlarım vardı, ama çölün ortasında bir bebek fil anne file çarpıp düşünce çok duygulandım ve ben kendimi mağaracı olmaya adadım. Mağaracılık mağazacılıkla karıştırılmıştır her zaman. Evet mağaracılıkta da,bir çok mağara çalışanları ya da elemanları, bir adet mağara müdürü ve her mağarada bir adet mağara adamı bulunur. Mağara adamı olmak için prezantabl görünmek en son istenecek şeydir. Genellikle 5 yıllık mağara adamlığı deneyimi istenir, aynı zamanda mağara adamlarında aranan en önemli özellik lider bir ruhtur. Bu ruh bende olmadığı için mağaracılıktaki bu pozisyona başvuramicaksam ben mağaracı olmam diyip elimi eteğimi bu sektörden çekiyorum. Sonra tasdikleme uzmanı olmaya karar verdim, herkese veri nays damgası vurup yollayacaktım, hiç kimsenin bir tasdike ihtiyacı olmadığı içiiin kısa zamanda zarara uğradım çünkü kendime bir sürü veri nays damgası yaptırmıştım, olacak iş değildi doğrusu bir tasdikleme uzmanı nasıl işsiz kalırdı pes doğrusu. Daha sonra kendime bir tercüme bürosu açtım. Gagavuzca metinleri tercüme eden çok şirin bir büroydu. Bütün gün oturup bir kağıda spiraller çizdiğim bu bir yıl boyunca büroya sadece 2 kişi uğramıştı. Hazin bir son olduğu çok açık ama artık çok iyi spiraller çiziyordum ve kendime Spiralleri Sevenler adlı bir klüp açarak, burada spiral çizme eğitimleri vermeye başladım. Bu eğitime ciddiyetle katılan bütün arkadaşlarımı saygıyla selamlıyorum. Global keriz dünyamızı sarmıştı gerçektende. Benim gibi çok yönlü bi insan bile iş bulamıyorsa noluyo lan çok güncel bi konuya değiniyorum yine. Hiç tarzım diyil, güncel konulardan beslenmek istemiyorum ben son derece gerçekçi bir yazar olarak, dünyanın bize uyguladığı bu illüzyonu ters yüz etmek içimizdeki ahengi gökyüzüne bırakarak ha insanlar uzun yazı okuyamıyorlardı dimi ben kesiyorum burada. Burada değil ya burda.
Ha bi Dakka ya.. Filmin sonunda şöyle oluyo. Cacık müzesi açtım. Dünyanın dört bir yanından yedi cihandan insanlar bu saçmalığın ne olduğunu merak edip geldiler. Çok zengin oldum. Danone ve sütaş cacık üretmeye başladılar. Bu çok nadide besinimizi tekrar gündeme taşıdığım için cacıkın patentini aldım. Daha sonra beyaz eşya firmaları teker teker kendi cacık müzenizi evinizde yapabilirsiniz artık diye bi buzdolabı gibi bişi çıkardı. Yine patent olayından zengin oldum. Sonunda dünya vergi rekortmenleri arasında ilk sıraları almayı başardım. Üç kişisel gelişim kitabı yazdım. Tam 100 kişinin katılımıyla (yani nüfusun yarısı) Pokohontas Cumhuriyeti’nde gerçekleştirdiğim seminer ise en büyük başarılarımdan biriydi.
Yazımı bir özlü sözümle bitirmek istiyorum: Asla ‘benden bi cacık olmaz’ deme.

Saturday, April 18, 2009

F

Halkımız uzun yazıları okumaya üşendiği için bu hikayemi çok tatlı bir mikrofon yardımıyla okuyorum. Öhöm. Paletler bazı milli yüzücü kuşlarımızın ayaklarında bulunan organik yapıların inorganik halleridir. Heran hayatınıza paletleri ayağına geçirip sürekli suretle geri geri yürümek isteyen bir insan girebilir. Bu insan için gerekli bir şey akbildir.örneğin beşiktaştan eminönüne gitmek istiyorsa önce tramvayla zeytinburnusuna gidip daha sonra geri geri Eminönüne paletleriyle yürümelidir. Şehiriçi raylı palet sistemleri geliştirilene kadar ne yazıkki bu yöntemi uygulamak gerekiyor. Bence belediye başkanı olan cisimcikler biran önce bu sistemi vatana millete hayırlı olsun diyip kırmızı bir kurdelayı sağdan 5 birim soldan 3 birim yani 8in katları uzunluğunda bir kurdela burada söz konusu olan, yalnız ms.word’ün kurdela kelimesini imla hatalı göstermesine şaşırıp ne olduğuna bakınca kurdele’yi doğrusu olarak göstermesine ben bi hayli şaşırdım,bence kurdela olur, kurdale olur ama ne yazıkki üzgünüm Türkçede kurdele diye bir kelime yok. F harfiyle başlayan kelimelerin sonunun ne olacağını ben merak ediyorum açıkçası. Çünkü son iki günde düşündük ki fanus ve fide kelimelerini yaklaşık 23 yıldır kullanmamışız. F ile başlayan kelimelerden en çok füniküleri kullanıyor olmamız yani her anlamda hem kelime bazında hem taşıt bazında kullanıyor olmamız çok ilginç. Fasulye kelimesinin tazesiyle de mesela aramız açıldı. Ne olduysa artık.Dünyanın güneş etrafında dönüşüne ve kuzey yarım kürede oluşumuza veriyorum. Tdk’da f harfine yöneldiğimde çok ilginç bir şeyle, ne olabilir tabii ki halkımızın yaratıcılığıyla karşılaşıyorum. Fak Fuk Fonu diye bir kelime var maalesef anlamını burada açıklamayacağım, çünkü zaten yazılarımın uzunluğu konusunda mustarip halkımı ben araştırmaya itip vatana millete hayırlı olsun demek istiyorum. İlla belediye temel reisi olmamıza gerek yok. Her neyse f harfiyle daha ilginç bişi olamicana karar verdim.