Tuesday, March 24, 2009

Dis-Kalifiye Eleman

Uyurgezer marka terliklerimi çok severim. Yaz aylarında onları giyip ormana doğru yolculuğa çıkarım. En sevdiğim yemekleri Fastbook lokantası yapar. Kapıda ‘’her canlı ölümü tadacaktır. Hm leziz.’’ yazar. İçeri girince dev adamlardan korkmamak gerekir, çünkü devlikleri topuklulardan kaynaklanmaktadır. Ekselanslar topuklu sever nitekim. Bu lokantada istediğiniz kadar fasikül yiyebilirsiniz, fasiküller kendi aralarında beşe altıya falan ayrılırlar, bunlar: partiküller, kaküller, keşküller, füniküler, müşküller, tevekküller’dir. Bunlar içinde yemeyi en çok sevdiklerimiz tabii ki fünikülerler ve müşküllerdir. Zaten müşkülleri seversek müşkül pesend oluruz ingilizcede. Hayatımız çok kolaylaşır böylece. Herkese girişte bir bağrı cihazı veriliyor, bununla istediğiniz gibi bağırabilirsiniz. Ne zaman ayın 30u perşembeye gelirse o gün Serbest Bağrışım günü olarak kutlanıyor. Çoheğleniyoruzkopuyoruz. Bu lökentada herkesin ziyaretine açık bir çapul koleksiyonu bulunuyor, yavşadığınız biri varsa getirip çapul koleksiyonunu gösterebiliyörsünüz. Tuvalette ‘kaba düz sıçınız’ yazıyor, ne demek istediklerini çözemedim, siz en iyisi terlik terlik soğuk su içmeyin, içerseniz hasta ölürsünüz evladım, sağlıklı ölmek istiyörsanız bünlera dikkat edin falan. Uzatmadan asıl meseleye girmek istiyorum desem bir şey anlatacakmışım gibi olur dimi aniden, şekil falan yaparım size, şekil demişken evet bugünkü konumuz Kümeler ve kümes Elemanları. Şimdi önce küme tekildir, kümes çoğuldur. Tekil bir şeyin elemanı olsa da olur olmasa da olur, kanımca kendi başına idare edebilir, çok kalabalık olmaz diye düşünüyorum servis çok çok biraz gecikir ondan da kimse ölmez, ama kümeste mutlaka elemanlar bulunmalıdır. Kümes elemanlarını tanıtmadan önce kümeslerin özelliklerinden ve çeşitlerinden bahsetmemiz gerekir. Şimdi bu kümeslerin tepesinde hep bi harf olur, bunlar kümesin sahibinin adının baş harfidir, kümesin sahibinin adı Hayri’yse kümesin tepesinde H harfi bulunur nitekim. Kümes elemanları böyle çok çeşitliyse Hayri alır bunları Listeleme yöntemiyle hizaya sokar. Eğer her gün bu kümes elemanlarını yoklamaya tabii tutmazsanız sonunda elinizde başka bir kümes çeşidi olabilir : Boş Kümes. Boş kümeslerin kimseye bi faydası yoktur açıkçası. Boşuna yer kaplar. Eğer Hayri bir gün kümesini Hen(n) şeması yöntemiyle hizaya sokmak isterse de boşuna yer kaplayan bir yuvarlakla uğraşmak zorunda kalıcaktır. Hayri oğlum buraya dikkatini çekiyorum. Hayri ve arkadaşı Necati’nin eşit sayıda kümes elemanı olduğundan, kümestizm akımının kurucuları olmuşlardır ve bunlara aralarında rekabet olmasın diye Çifte Kümestik’ler denir. Bundan sonraki kümestikler hep onların izinden gittiği için genel olarak diğerlerine Alt ve Post-alt Kümestik’ler denilmiştir. Onların kümestizm tarihinde bir yeri yoktur gibi bişeydir. Neyse günlerden bir gün Hayri ve Necati, Kümeslerin Birleşimi yoluna gidip Evrensel Kümes’e ulaştıkları bir gün Fastbook lokantasına bunu bir ıslatmaya gelmişlerdi. Açıkçası çok sıkıcılardı çünkü hala kümesler üstünde düşünmelerine anlam verememiştik lokanta ahalisi olarak. Yeni çok transandantal soruları şunlardı: Bir kümesin tümleyeni nedir? Çok yaşlı olduklarından bazı detayları unutmuşlardı tabii mesela kümes’ten önce ne vardı falan.. Ayrıca çok önemli bir problemleri de ideal Eleman Sayısının ne olması gerektiğiydi, çünkü her elemanın kendini ifade edebilmesini ayrıca ayda bir düzenlenecek tragedya gecelerinde nasıl bir rol dağılımının olacağını çok önemsiyorlardı. O anda akıllarına, bütün bunları kendilerinin yerine düşünecek diskalifiye bir eleman bulmak gelmiş. Bunları daha sonra öğreniyorum. Bin yedi yüz on üç başvurudan benimkisi kabul edildi ve Hayri And Necati Evrensel Kümes Sistemleri A.Ş.’deki diskalifiye eleman görevimi 2 yıldır aşırılı bir biçimde sürdürüyorum. Hen(n) şemelarını, Listeleme yöntemlerini, tümleyen bulma cetvellerini ve evrensel kümeleşme süreçlerinde yargılanan elemanlar envanterlerini ben çıkarıyorum. Her boku ben yapıyorum. Terliklerimi de ana kumanda kümesinde unuttum kayboldu zaten. Delioluyorumbuhayriylenecatiye.

Saturday, March 21, 2009

Katakulliye Geldiniz.


Yıllardır bankerlik yapıyorum. Bir çeşit bank bekçiliği. Küçük bir iş değil, büyük yatırım yaptık. Önce kendimi Lazencılız’a gönderdim bu alanda kariyer yapmaya karar verip. Anlicaanız amerikalarda tahsil görmüş bir gencim. Bankerlik tabiatüstü bir yetenek gerektirir. Bir kere bankınızı iyi seçmeniz gerekmektedir ki bu işin en zor kısmıdır. Ömür boyu size tahsis edilecek bankı bulmak zor iştir. Tarih tekerlekten ibarettir diyen yamulur, dolma oyacağı da tarihe gerekli damgayı vurmuştur, ağzının payını vermiştir. Ki dolma oyacağını kullanmak tekerlek kullanmaktan daha zor bir iştir. Suyun kaldırma kuvvetini yer çekimine tercih edeceğimiz günler gelicek görüceksiniz, buzullar ericek heryer su olucak o zaman görücem ben hepinizi. Çevreci oldum biranda. Brenda Tahmin Helvaları’nı her sabah kahvaltıda afiyetle yemeye sinan özen gösteriyorum. Haber Gülten’lerinde dinlediğime göre bugün sığınak yağmur yağacakmış. Habeşistan’dan herhangi bir muhabirimizin bildirdiği bu güzide haberi dinledikten sonra, kendime hemen hacimli bir sığınak aldım. Bundan kurtulursam Kara Küvetleri’ne yazılacaktım. En azından yağmura sokağın ortasında yakalanırsam hemen küvetimi çıkarıp keyfini çıkarabilirdim. Ülkemizde hariciye nazarı bulunmaktaymış, eee o kadar özelleştirmeyi herkesin canı çeker tabii, nazar değdi bak. Politik oldum biranda. Biranda köpüklenme var. Şnorkelleriniz de hazırsa yağmuru başlatıyorum! Boğulmanıza 68 sn. Pişmiş zaman aşımına su katılmaz, bunu öğrenemediğiniz için cezalandırılıyorsunuz. Umumi takvime göre 3 vakte kadar Yakutça dilini sökeceksiniz. Boğulmanıza 59 sn. Öğrenmek kolay olmadı biliyorum çok fazla magnezyum külfet çektiniz, olur öyle şeyler, boğulacaksınız zaten. Bir daha dünyaya gelebilirseniz eğer, kendinize bir tane vadeli kasap bulun derim. Boğulmanıza 33 sn. Zaman çok çabuk geçiyor üstadım. Size verilen süreden önce boğuldunuz. Diskalifiye oldunuz.

Uçarsan Yamulursun.

- Uruguay’dan baban gelse kurtaramaz seni artık

Uçurumdan atlamayalı çok oldu, uygun bi zamanında haber ver atlayalım diyorum. Aslında her boka atlamamasını ben söylemiştim ama beni hiç dinlemez o zaten çünkü Obi number one kenobi.

- Eğer şimdi buradan atlarsak, bunu kronik olarak kutlayalım biz. Hep bahsedelim birbirimize bu atlayışımızdan, çok tatlı bi anı bence.

Son zamanlarda sağ bağcığı sorun oluyordu.

- İlk ne zaman açıldı biliyor musun?

Galatasaray Hamburg maçında stattan çıkarken açılmış, başına dert olmadan çıkmış stattan ama hala açılması bağcığın onu sinir ediyordu, bir bağcığa sinirlenmesini de kendine yediremiyordu açıkçası.

- Bizim hiç öyle çok önemli bir anımız yok, çok sıkıcı olduğumuzu düşünüyorum.

Ben sıkıcı bir insan değilim. Yalnız onunla beraber kız kaldırmaya gitmediğim için hep beni suçlar dururdu, hayattaki en önemli aktivitesini gerçekleştirirken yanında bir dostunu istemesi normal diye düşünüp ona fazla takılmazdım.

- Abi elim ayağım kız kesildi, elimi kıza buladım abi, emir kızı değildi ama abi

Takdire şayan bir kişilikti aslında, gerizekalılıkta üstüne yoktu, tanıyabileceğim en gerizekalı insan olduğunu düşündüğümden özel buluyordum onu. Devamlı bir şeyler icat etmeye çalışırdı.

- Ne üstünde çalışıyorum biliyor musun? Susup yine uzaklara bak zaten. Sonra gelip benden para isteme ama.. Özel bir dedektör.. Öküzün altındaki buzağıyı bulmak için.

Zıvanaları o kadar kalın yapardı ki , tuvalet kağıdı rulosu koysaydın lan bari diyince küserdi. Çok küserdi zaten, her şeye küserdi. Ben çok hassasım derdi. Sonunda bu hassasiyetine objektif bir gözle baktığı bir gün şair olmaya karar verdi. İnsan herhangi bir duygusunu da aklı gibi kullanabilirmiş, işte bulmuşmuş, falan, o günden itibaren sıçtık zaten.

- Sana yeni şiirimi okumak istiyorum.
Ölür müsün öldürür müsün
Sen altında buzağı aradığım öküz müsün
Çok hassasım ben biliyür müsün
Bazen ömür törpüsü müsün

Ben bunu İranlı bir aktardan aldım
İç bunu iyi gelir dediler
Kalp yaramı keçi boku sandım
Yeme onu zehirli dediler

Kel başa şimşir tarak
El çırp şaplatarak
Şaplatarak ateşlebarut
Yan yana durmaz sen bunu unut!


Söyleyecek tek bir söz bulamıyordum. Ama ona sanki bir dahiymiş gibi davranıyordum. Bir şeyi desteklediğimi görünce de bokunu çıkarıyordu. Bir gün elinde bir karpuzla geldi.

- Bu benim yeni arkadaşım. Onun için bir şey icat etmek istedim. Ne yapacağımı bilemedim. Ben de onun için bir kitap yazmaya karar verdim. Kitabımın adı Pergel Batmış İlkokul Aşkları ve Abaküs Tanesi Gözyaşları. Nasıl buldun?

Gerizekalı merizekalıydı ama salak bir yaratıcılığı var gibi gelmeye başlamıştı. Ah o talihsiz olay…

- Karpuz yaşlanmaya başladı. Büzüştü falan böyle garip bişiler oldu. Şekilci bilmezdim kendimi. Kendimi tanımak için yollara vuruyorum kendimi, ben bir sanatçıyım. Çiçeklerimi sula lütfen ben yokken.

Böyle diyip çekip gitti, onu çok özleyecektim. Benim hiç arkadaşım yoktu. Nerden bilmiyorum, gelen haberlere göre kendini Uruguay’da bulmuştu. Gerçi hep Uruguay’la ilgili espriler yapardı. Bir kere bir sohbetimizde, ona bir şey için bunlar dünyada herkes böyle mi yani dedim. O da eveeet bir bakıyoruz, Uruguay’dan Recep, 1.70 boylarında, teniz oynamayı seviyor, lise eğitimini yarıda bırakan Recep, göründüğünün aksine Budizt bir çocuktur. Ne bilim lan ben dedi. Neyse duyduk ki Uruguay’da kendisine çeşitli terbiyeler vermek için, kendisini bir buz kütlesine hapsetmiş. Nasıl yaptığını bilmiyorum, ama yanında çeşitli biber ve patlıcan dolmaları yer alıyormuş. Daha sonra ona kompakt kalp gözü takıldığını öğrendim. Hep spritüel bir yanı vardı zaten, buna pek şaşırmadım. Uruguay’da kalp gözüyle ün yapınca, Uruguay’daki Dangur musun Dungur musun programına katılmış, sonra da KendimiSıçıpSıvıycamBen ve BeyniniElineVeririmSevgilim adlı iki cangul cungul çıkarmış. Biraz para kazanmış. Aç olmakla tok olmak arasındaki çok stresli çizgide olurdu hep. Biraz doymuştur salak diye düşündüm. Yıllar sonra aklını kaçırmış bir halde buralara geri döndü.

- Kendimi siyaha boyayıp 40 Esmer yarışmasına katıldım. Zeki ve esmer olmadığım ortaya çıkınca beni ülkeden sürdüler. Ben de bu lanet olası yere geldim moruk! Wazzup?!!

Uruguay’da kültür çatırdaması olduğunu düşündüm. Onun salaklığı bana da bulaşmıştı herhalde. Dediğimi unutup bir an durup o nasıl bir dama ya dedim? Kültür Çatır Daması. Bundan sonra ne bok olduğunu unutup, hep oynamak istediğim bir şey olarak kaldı. Onun varlığı beni derinden etkilemeye başlamıştı.

- Hadi tamam kendine yüklenme bu kadar, olur böyle şeyler insana, ben şimdi susup biraz etrafa bakıcam mal mal, ben de senden etkileniyorum.

Çok sıkıcı bir insan oldu ya. Genetik yapısında bir bozukluk var mitokondrilerini aldırmış gibi.

- Hayır bende sansasyon yetmezliği falan yok? Hem o ne demek ya?

Anlamıyordu beni cidden. Sansasyon yetmezliği var işte, hiçbir şeyden zevk almaz gibi oturuyor orda, hayatındaki tek dişiyi kaçırmak zorundayım. Tavuğuna elveda de lütfen.

- Tavuğumun sende olduğunu biliyorum. Her yerine sıçmış zaten ya keser misin şunu artık. Ben tavuğumu bokundan tanırım ahbap.

Tavuğunun bokunda çok boncuk aradın sanırım demedim. Artık onunla konuşmak istemiyorum. Ben hassas bir insanım. Şair olmalıyım belki de.

- Tamam oku hadi..

Kocaman devekuşları var etrafımızda
Topraklar delik deşik oldu
Sakla samanı dursun mutfak rafımızda
Sana neler oldu böyle Asu?

Bu insanlar maymundan trenle mi geldi?
Su bizi babasının hayrına mı kaldırdı?
Yerçekiminin bütün sebebi Ms. Bacardi
Asu kıllarını en son ne zaman aldırdı?

Biliyorum çok iğrencim
Kitleniyor bazen bir garip bilincim
Susun artık pırasalar rica ediiciim
Büyüyünce olucam bir müneccim.


Yani bir insan bu kadar mı ruhsuz olur. Bi de başımıza müneccim olma lütfen bir dur artık ya mental retardasyonlu musun dedi. İyi be dedim. Artık buralarda duramazdım ben gidiyorum dedim. Ama gitmeden önce gel lütfen söz verdiğimiz gibi uçurumdan atlayalım dedim. Çok ısrar ettim. Bak dedim mutlaka montlarımız paraşüt görevi görecektir. Boşuna o kadar para saymadık, aynı zamanda paraşüt görevi görebilen bu şahane montlar, kırmızı, mor, sarı ve yeşil renklerde olup, bir alana iki bedava kampanyamız vardır, yani ikisini üstünüze giyip, birini de ortanıza alırsanız, diğer tarafa şöyle bir uğrayıp dünyamıza geri dönebilirsiniz, kampanyasından bunları boşuna almadık herhalde. Sonunda ikna oldu. Ya ben neden yaptım bunu? Neden ısrar ettim. Ama ona montla beraber yeni ayakkabı almasını söylemiştim. Tabii ki uçurumun başına gidip hayatımızı ne de çok sevdiğimizi anlayıp, bira falan içip geri dönecektik, ben ona şiirlerimden okuyacaktım. Beni ayakkabısının bağcığına takılıp uçurumdan aşağı düşerek hayat boyu gerizekalılığa terk ettiği için onu hiç mi hiç affetmicem. Götsün olum sen!

Thursday, March 19, 2009

Saçma ama Konulu.

Ben dimi sığmam buraya taşarım?
Bu kavanozlar dar gelir oldu bana
Japon balıklarıyla aynı kefeye koyma beni
Güldürüyolar olum beni çok pis
Su yutuyorum sonra olur olmaz yere kirpiklerim ıslanıyor her şeye
Anneni daha sık anımsıyorsan hatta müdür bey bekliyor seni
Alnımızda bilgilerden bir çelenk ne yazıyorsa o
Yağmurdan kaçarken doluya tutulursan 90’lı yılları hatırla
Herkesin kalbi kadar temiz bir takım sayfaları ayırdığı zamanlar
Bir zamanlaaar, ebabilin bir kuş olduğunu şarkılardan öğrendiğimiz
O eski zamanlaaar
Akrostişisiz bir şiir yazdım, tutturun ucuna kornişleri
Ya da bırak arkadaşım artık bu işleri
Yıllardan 2009,marketler bile bizi sevindirir olmuş
Kim derdi ki bu yokuşun ucunda mutluluk var
İşleri yokuşa süren yok, nefesimiz kesiliyor ama hala
Faturanızı ödemezseniz tabii kesilir diyorlar
Biz de digitürk’e yaptığımızı yapıyoruz
Tamam ödicez, maç var açın diyoruz
Açıyolar onlar da
Parmesan peyniri ayak kokar, kuru üzüm et benine benzer
Yine de yiyorsan, hayatta bu kadar şikayetçi olmaya ne lüzum var
İsmail mutfakta biri mi var?
Dik ve dar kafalı, düz mantıklı, kıt beyinli ve yüzeysel ve perspektifsiz
Böyle garip bir geometri, msn adamından hallicelik
Sen de yok işte bunlar, şeklin var şemailin var
Sinyal çekmeyi bırak, büyük bir öneri bu
Ademle Havvaya elmayı yemeyin gibi
Şuradan devam edelim taksici bey
Şöyle sola doğru kayaraktan
Rastık çekerek Mahmure
Yaşam yuvada kuş gibi
Hadi uç pırpırpırpır
Uçtu uçtu kuş
Travertenler
Tentenler
Tenteler
Tente
Ten
On.

Sen Macellan'sın Büyük Düşün.

Akdeniz Rüyası ana bilim dalında yüksek lisans yapan bir arkadaşım olmasını çok isterdim, mahallemizdeki teyzeler için kaplıca mevsiminin gelmesini ve artık kaldırımlardaki teyze trafiğinin bir an önce bitmesini isterdim, stratejik olarak bazı yanlışlarım olduğunu kabul edebilirim, ama domates tarlalarının kokusundan da vazgeçemem, hiç domates tarlasında bulundum mu, belki bir kere, nerden aklıma geldi, domates tarlasında muhabbet eden iki arkadaş düzeneği gibi bir şey olması lazım, ya da domates tarlasıyla tam bir alakası olmayabilir, ama hayalini kurmaya çalıştığım ama icat edildiği çağda arkadaş ilişkilerinin derinliğinden, gerekliliklerinden ve faaliyetlerinden bihaber olduğum için, kafamdaki muhabbet eden iki arkadaş düzeneği, iki arkadaşın karşılıklı oturduğu ve ortalarında bira çeşmesi gibi bir şeyin olduğu bir düzenek, böyle olmadığı çok açık, bir bilen varsa anlatsın, bir de geçmişte, yani benim için geçmişte beher diye bir şey vardı, namahrem vardı bi de onun konumuzla bi alakası olduunu sanrılamamaktayım, saatlerden üç olmuş saat, bizler daha uyumamışız, hafif bi mamışma var ama tam da diil, asalet içinde sigarasını yakıyor, ortada bu gece enteraaasan hiçbir şey yok, Borneo ormanlarında bir yerli kabilesinin bir üyesinin evinde hafif pornografik bir afişin olması çok ilginç gelmişti, bunu bana adı fantezi müzik sanatçısı adına benzeyen bir felsefeci anlatmıştı, bazı arkadaşlar kimden bahsettiğimi anladılar, ayrıca bana ilginç gelen bir şey daha var, burnumun ucunun uyuşması ve karıncalanması, burnumda bir piknik masası olduğunu biliyoruz zaten, piknik masasının üstünde yeller esince burnum karıncalanıyor olabilir mi, burnumdaki piknik masasının yerinde yeller esmeyeceği artık garanti, bir arkadaşım da annesinin birikmişleriyle burnuna benimkisi gibi bir piknik masası yaptıracağını söyledi, hadi hıyarlısı.
Ne bu ya böyle de Hollandalı devlet memuruna benzedim, zaten hepsi isa bu bebelerin.
Ben turuncu’daki sıra sayı sıfatı ekini sevdim, kırmızı’nın bir böcekten geldiğini öğrendim, sarıyla sarı sayı sıfatı eki yaptım, maviyle pantolon yaptım, beyazbeyazbeyazbeyazbeyazbeyaz diye kaba bir emir cümlesi, mor ise demoralizasyon işleminden sonra bambaşka renklere dönüşüp bize kendisinin çok ötesini gösterip müzik falan yapmaya başlayabiliyor, mordan sonra Finler gelir, morfinler ve morfiller, filler gridir, gri sevdiğimiz göç ederken suya doğru yorulup tozlardan kapanan gözleriyle annesinin poposuna pıt diye çarpıp düşen küçücük miniminnacık tatlımıtatlıcık bir küçük filin rengidir, kahverengidir ülkemizde çoğu gözler, al yanaklıdır kirazlar, giyer yaz günü siyahlar.
Günlerden bir gün saat 8i5geçe, kandilimizi mübareklediğimiz bir gün, kutsal mutsal diyor birileri, neyse işte efendime söyliyiim, bir ördek dünyaya gelmiş, vaftiz edilmeden önce son dileğin nedir diye sormuşlar, dilimi kesin demiş, şimdi ne demek bu, doğuştan psikolojik bir bozukluk demeye yetkili kişi ben miyim, ben bilmem beyin bilir gibi bir şey, erkeklere inanmaya çalışan bir bilim kanının dramı gibi bir şey, neyse biz çıktık gittik oradan o gün, ördeği vaftiz edemediler, çok sıkıcı bir törendi, ne olduğunu bile anlamadık, bir takım penguenler geldi gitti,canımızdan kanımızdan bir ördek yani bu atsan atamazsın satsan satamazsın, sonra dayanamayıp birisi çıkıp susun diye bağırdı, ördek de etrafta bir sessizlik vak diye ekledi, böylece biz kalkıp veranda da çayımızı içmeye karar verdik, donetella falan da geldi, o kimse artık.

ne güzel bi rü ya bü ya.

cosmic .:
ben bi ruyamda
cosmic .:
bi kere annem arabayı sürüyo babam yanda bende arkada oturuyorum bide arkadaşım var alakasız ama orda o da
cosmic .:
yolun bi kenarı bayır aşağı deniz
cosmic .:
bizim lastik bi virajda bi çıkıo annem bişey anltıp sürerken arabayı
cosmic .:
o lastiğin çıkışını falan görüyorum böle
cosmic .:
devrilioruz denize
cosmic .:
arabanın içine su doluyo çıkıyoruz vs.
cosmic .:
sahile bi gidioruz herkes böle tutulmuş bişey izliolar
cosmic .:
ama bize doğru bakıolara ama bize deil başka bi yere bakıolar
cosmic .:
bende bi anda havanın ortamın rengi deişio
cosmic .:
ya gündüzdü şimdi hatta sabahtı neden böle karardı diorum
cosmic .:
bi dönüorum arkamı kocaman böle bi ay tutulması
cosmic .:
sonra bi dier yana çeviriyorum ordada güneş tutuluo aynı anda
cosmic .:
bölee onları izledim sonra

cosmic. olarak bir boşluğu ve noktası da var.

Wednesday, March 18, 2009

Domestic Kahpeler

Bak şimdi yağmur yağdı falan ya her yer ıslandı, domestik kahpe dediğin cisimcikler bu havada dışarı çıkmazlar, çip olayı var ya bu beyinle alakalı falan, çipler suyu yarı geçirgen bir yapıya sahiptirler ve en sevdikleri arkadaşları bu çiplerin mitokondrilerdir, iyi gün dostu olan ve Tansu Çipler’ in soyundan gelen bu çipler, zaman zaman yolda dört tekerin üstünde giden büyük cisimlerle karıştırılabilirler, isterseniz kaşıkla da karıştırabilirsiniz, ayrıca çiplerin üstünde de yuvarlanabilenler vardır, acaba Haydar Dümler çimlerde yuvarlandığını hatırlıyor mudur, hatta Tansu Çipler ve Adolf Hipler çok çok iyi arkadaş olabilirler, bayram tatilinde beraber özel bir uçağa binerek Karaçipler Adasına giden ikili, beşli ve sinek üçlüsü koltuklarımız mevcuttur, müessesemiz yazmanın zorluklarından bahsetmeden önce, uçağımıza dışarıdan yabancı çipler getirmenin yasak olduğunu belirterek, bu kadar s’yi bir arada görme şerefine 160 fitte ulaştığımız için iyi yolculuklar dileriz, ben kaptanınız ‘’Çabuk çıkarın beni bu Kaptan’’, Hepimiz birimiz ve Kabin Ekibimizle beraber, birazdan sizlere uçağı düşürdüğüm takdirde neler yapmanız gerektiğine dair bir takım önerilerde bulunmak istiyorum, uçak düşünce neden hep reçelli kısmı alta gelir, bu seni düşündürdü bakıyorum, baktınız uçak düşüyor, hemen o saniye otobüste öğrendiklerinizi unutun, hep beraber salak gibi arka kapıdan inmeye çalışmayın, ‘’imdat çekici’’ bir kelimedir, biliyorum ama bağırıp durmayın, inenlere öncelik verin dicem saçma olacak, tehlike anında önce kendinize sonra bebelere balon verin, birazdan oksijen maskeli balomuz başlayacaktır.

bi de bu vardı

bir mektup gibisi yoktur.

Kaygımız olmasın diye çıktığımız yolda çok kaybımız oldu, ama hayatın düşünülerek ve evde sakince oturarak geçirilecek bir şey olmadığını neyse ki anlamıştık, evlerimizi minimal bir takım eşyalarla donatamayacak kadar boş olan ceplerimizin el verdiği tostları yiyorduk, içimiz kurumuştu artık, otobüste giderken camın arkasına düşen görüntülerin tersten ama çaprazına akması gibiydi her şey, ileri gitmemiz için biraz sağda solda vakit harcamamız gerekiyordu, kendimizi bir yere ulaşamayacak canlılar olarak görmüyorduk açıkçası, hayatın bizi bir yere ulaştırabilme yeteneği kısıtlıydı, ama kendisini biraz daha zorlaması gerekiyordu çünkü artık tost yemekten gastrit olmuştuk, hayatın üstümüzde deneyler yaptığını biliyorduk ama hayat artık bizim için içinde bulunduğumuz bir şey değil de bir arkadaşımız gibiydi, ondan kötü sözlerle bahsediyorduk, onun laboratuarındaki herhangi bir şey olmadığımızı biliyorduk, kadavralaşmaksa en son istediğimiz şeydi, başka arkadaşlarına içimizi açıp ‘’işte bunu da kendi tarzımla yaptığım lavdanomumla öldürdüm, içinde herhangi bir beyin kırıntısına rastlamak mümkün değil’’ demesine tabii ki göz yummayacaktık, ona içerlemeyecektik de , ‘’gençliğinde de böyleydi bu’’ diyip geçecektik, kendimizi sokaklarda bulacaktık, üstümüzü kalın bir şeyler giymemiş olacaktık, duvarlardan atlayıp vardığımız bir bahçenin içinden damlara bakıp garip siluetler görecektik, kafamız çok güzeldi bizim, sezaryenle doğduğumuzdan değil, güzeldi işte kafalarımız, onların da garip siluetleri vardı, yaptığımız profesyonel pagan dansları propagandamızdı bizim, ‘’ne diyorum ya ben ‘’ diye bir an bile düşünmeden konuşurken denizin ortasından bir duvar yükselecekti, deniz çıkmaz bir sokak olduğunda canımız bir sokak lambası da olsun diyecekti, o da olsun bu da olsun bana ne bana ne, şımarıktık, önümüzden sefer taslı sapık geçse, hepatitli biri sigarasını ya da birasını bizimle paylaşmak istese, travestiler kafamızdan aşağı o biraları dökse, dev böcekler bizi sokaklarda kovalasa bile biz kendimizi yine sokakta bulacaktık, maymunların elinden tutup, ağaçları peşimize takıp, fillerin üstünde, yılanlar boynumuzda, kafamızda kuşlar, kaplanlar yanımızda, robotlar önümüzde onların izinde, arkadaşlarımız Okunmuş Şeker Kız Candy ve Hippiliğin Yılmaz Savaşçısı ‘’Yemekteyiz Nurettin’’ ile Nuh’un sokağında yürürken, bazen durup geride kalan zavallı savunmasız salyangozlarımızı bekleyecektik, inanması güç ama bunların hepsine biz normal diyoruz, ceplerimiz para değil ama ciddiyet dolu, her şeyi ciddiye alıyoruz, kimse bizim o çocukluk aptal şarkısını ‘’Destanee gündem palamuut’’ diye söylememize engel olamaz, sokaklar bizim sirkimiz, gargaralarımızı alıp topların üstünde galagaualela şeklinde dönerek ağzımızı çalkalıyoruz, o çok sürrealist ‘’ seni sonsuza kadar seveceğim’’ şarkılarına inanmıyoruz, sokakların ortasından birden gözlemeler çıksın binaları sarsın büyüsün, insanlar gözlemeleri kemirmeye başlasın istiyoruz, camilerin şarkıcıları artık günde 5 vakit motivasyon konuşması yapsın istiyoruz, bazen ne dediğimizi bilmek istiyoruz, ağzımızdan çıkanı duya duya yorulsun istiyoruz kulaklarımız ama kulaklarımızı da delik deşik etmişiz, oturup bu sağır halimizle bir mektup yazmak istiyoruz sokaktan ayrılmadan önce, sonunda bu sokağa bir veda öpücüğü vermeyeceğiz, o böyle şeylere gelemez, sevgili sokak, seni öyle çok sevdik ki, ve başkaları aslında seni benden daha çok sevdi, ama kimin yazısı güzelse o yazdı her şeyi bu hayatta, sana bu adaletsizliklerle gelmek istemezdik ama sen alışkınsın her şeye, hiçbir şeye şaşırmazsın, hiçbir şeyi de şaşırmazsın, sen en doğrusunu bilirsin, sen büyüksün, sen şöylesin böylesin diye sabaha kadar sana tapmamızı beklemiyorsun herhalde, sana biz resim yaparız, sana biz kahkahalarımızla geliriz, biramızla şarabımızla geliriz ama asla eli boş gelmeyiz, bazen gaza geliriz, bazen dize geliriz, bazen cuma bazen cumartesi geliriz, ama asla şakaya gelmeyiz, sen bizi kovsan da gitmeyiz, her gün içinden geçeriz, üstüne basarız, çok ses çıkardığın zaman sana kızarız, arabaları alma buraya deriz yine de inat eder alırsın onları, senden dünyada çok fazla var, herkese yetecek kadar yok ama, o yüzden bazen o kadar özelsin ki, o kadar çekicisin ki bazen, senin sonunda bir güneş batsa ölüyoruz senin için, ama hayat bazen senin içinden geçtiğinde, senin onla her zaman arkadaş olduğunu biliyor olsak da, bazen sana darılıyoruz, bazen üçümüz birden arkadaş olabilsek diyoruz içimizden, ama senin arkadaş olduğun hayatla bizim tanıdığımız hayat aynı kişi değil, o yüzden boş ver hiç ısrar etme, bu iş esrarını korusun, bu mektup da burada bitsin.
Kaygılarımla…

Looplar Civarında Cinayet

Kalkıp gittik oradan, kumlarda yürüdük, ellerimiz kan revan içinde kalmıştı, insan looplar civarında böyle şeyler yapmaz diyorduk kendi kendimize ama olabiliyormuş bunu gördük, kendimizi kumlarda öldürmüştük, ayakkabılarımızı giyemiyorduk yaralı bereli ayaklarımıza, kumlar canımızı acıtıyordu ama yine de mutluyduk galaksinin ortasında, küçük ayı büyük ayı gerisi de işte ahmet mehmet ali ayşe falan olan yıldızların altında, düşlerimizi bir tasa koymuş, tasa ip bağlamış, haldur huldur yürürken looplar civarında, loopları yaratanın dalgalar olduğunu keşfettik, birbirimize baktık ve gülümsedik, artık sonsuza kadar looplar civarında kalamayacağımızı mantar tutmak istemediğimizden anladık, ah işte o da geldi, looplar civarı gergeeedanından, üçüncü Gerg de aramıza katıldı, biraz iri bir arkadaşımız olan Gerg’in aklına gelen fıkra bizi kitleyecekti fakat hiç birimiz bunun farkına varamadık, çünkü biletimiz yoktu, üstüne üstlük bir cesetin üstünde para olması kadar manasız ya da moneydar bir şey olamazdı zaten, kırmızı renkli bir trenin üstümüzden geçtiği bir maça ası rüyasıydı bizimkisi, saça benzer bazı şeyler akıyordu kafamızdan ve kaçabileceğimiz tek yerin Gerg’in dişleri olması da cinayetimizin bir bedeli sayılabilirdi, dişlerimizin de gergin olması cinayetin kinayesiydi, yani kız kardeşiydi, sana bir çakmak lazım diyordu yanımdaki adam, şöyle bir cama yapıştırıp soksam kafanı içine diyordu, camın içindeki rakıdan kendini tabağın içindeki kavun sanmaya başlasan diyordu, bana ufaklık diyordu, farkında bile değildi artık çoktan diğer tabaktaki ukala ton balığı olduğunun, artık onunla anlaşamıyordum galiba, cinayetten sonra ilişkimizin bütün büyüsü kaçmıştı, pet şişenin içindeki son yudum colası gibiydik, sanki bütün şeker dibimize çökmüştü, onun beyni gözümde bir nohut tanesi kadardı, belki hala onunla bu kumlarda olmamın sebebi, beyninin dünyanın tek kırmızı nohudu olmasıydı, tükendiğimiz yere kadar ya da hiçbir yerde ki çam ağacına kadar, kıvırcık akıntılarımız durana kadar, belki de ikimizin beyni yeşil mercimek olana kadar bu kumlarda yürüyecektik, bunu ne Gerg bilebilirdi, ne looplar, ne biz, ne de siz, izci sözü mü vermiştik hatırlamıyorum beynimi yokluyorum, beynimi gıdıklıyorum yok yok böyle bir söz yok, götümde bir kaktüs varmışçasına sabırsızım gitmek istiyorum buradan, hasta la Vista diyerek aranızdan ayrılmadan önce, bir fincan kan mı demlesek diyorum, menengiç ne demek onu bile bilmiyorum, geçmişte kavurduğumuz bir şeyler olduğunu iddia edenler olsa da olay neydi ben unuttum, bir cin ayet vardı, çok cin bir ayetti, bize ne emredeceğini çok iyi biliyordu, 2 kere 2 4 eder diyip bize söyleyecek bir söz bırakmıyordu, ‘’ohooo sen nerde yaşıyorsun arkadaşım?’’ diyordu, kafam çok karışıktı sucuk sosis salam, kafam et olmuştu, çalışması artık imkansız, kafamda bir inek katliamı olmuş ki bu hiç birimizin suçu değil, adamın biri patates yiye yiye ölse ne yapacaktık san ki, mahalle arasında sigarasını tüttüren bir kahpe, tırabzan ekmeğine nedamet içinde bal süren somurtkanlı canlı bir insan olmak istiyorum belki de, bütün insanlık retro kelimesine takmadan önceydi belki de bütün bu hayaller, Hay Aller adlı Alman loop gurusu bir adamla tanıştığımı da bütün bu hayaller içinde saysak ne kadar saçma bir hayal dünyam olduğunu düşünür dururduk, ama ayaklarımıza kana sular indiği için bu gidişin bir duruşu yoktu.