Wednesday, March 18, 2009

bir mektup gibisi yoktur.

Kaygımız olmasın diye çıktığımız yolda çok kaybımız oldu, ama hayatın düşünülerek ve evde sakince oturarak geçirilecek bir şey olmadığını neyse ki anlamıştık, evlerimizi minimal bir takım eşyalarla donatamayacak kadar boş olan ceplerimizin el verdiği tostları yiyorduk, içimiz kurumuştu artık, otobüste giderken camın arkasına düşen görüntülerin tersten ama çaprazına akması gibiydi her şey, ileri gitmemiz için biraz sağda solda vakit harcamamız gerekiyordu, kendimizi bir yere ulaşamayacak canlılar olarak görmüyorduk açıkçası, hayatın bizi bir yere ulaştırabilme yeteneği kısıtlıydı, ama kendisini biraz daha zorlaması gerekiyordu çünkü artık tost yemekten gastrit olmuştuk, hayatın üstümüzde deneyler yaptığını biliyorduk ama hayat artık bizim için içinde bulunduğumuz bir şey değil de bir arkadaşımız gibiydi, ondan kötü sözlerle bahsediyorduk, onun laboratuarındaki herhangi bir şey olmadığımızı biliyorduk, kadavralaşmaksa en son istediğimiz şeydi, başka arkadaşlarına içimizi açıp ‘’işte bunu da kendi tarzımla yaptığım lavdanomumla öldürdüm, içinde herhangi bir beyin kırıntısına rastlamak mümkün değil’’ demesine tabii ki göz yummayacaktık, ona içerlemeyecektik de , ‘’gençliğinde de böyleydi bu’’ diyip geçecektik, kendimizi sokaklarda bulacaktık, üstümüzü kalın bir şeyler giymemiş olacaktık, duvarlardan atlayıp vardığımız bir bahçenin içinden damlara bakıp garip siluetler görecektik, kafamız çok güzeldi bizim, sezaryenle doğduğumuzdan değil, güzeldi işte kafalarımız, onların da garip siluetleri vardı, yaptığımız profesyonel pagan dansları propagandamızdı bizim, ‘’ne diyorum ya ben ‘’ diye bir an bile düşünmeden konuşurken denizin ortasından bir duvar yükselecekti, deniz çıkmaz bir sokak olduğunda canımız bir sokak lambası da olsun diyecekti, o da olsun bu da olsun bana ne bana ne, şımarıktık, önümüzden sefer taslı sapık geçse, hepatitli biri sigarasını ya da birasını bizimle paylaşmak istese, travestiler kafamızdan aşağı o biraları dökse, dev böcekler bizi sokaklarda kovalasa bile biz kendimizi yine sokakta bulacaktık, maymunların elinden tutup, ağaçları peşimize takıp, fillerin üstünde, yılanlar boynumuzda, kafamızda kuşlar, kaplanlar yanımızda, robotlar önümüzde onların izinde, arkadaşlarımız Okunmuş Şeker Kız Candy ve Hippiliğin Yılmaz Savaşçısı ‘’Yemekteyiz Nurettin’’ ile Nuh’un sokağında yürürken, bazen durup geride kalan zavallı savunmasız salyangozlarımızı bekleyecektik, inanması güç ama bunların hepsine biz normal diyoruz, ceplerimiz para değil ama ciddiyet dolu, her şeyi ciddiye alıyoruz, kimse bizim o çocukluk aptal şarkısını ‘’Destanee gündem palamuut’’ diye söylememize engel olamaz, sokaklar bizim sirkimiz, gargaralarımızı alıp topların üstünde galagaualela şeklinde dönerek ağzımızı çalkalıyoruz, o çok sürrealist ‘’ seni sonsuza kadar seveceğim’’ şarkılarına inanmıyoruz, sokakların ortasından birden gözlemeler çıksın binaları sarsın büyüsün, insanlar gözlemeleri kemirmeye başlasın istiyoruz, camilerin şarkıcıları artık günde 5 vakit motivasyon konuşması yapsın istiyoruz, bazen ne dediğimizi bilmek istiyoruz, ağzımızdan çıkanı duya duya yorulsun istiyoruz kulaklarımız ama kulaklarımızı da delik deşik etmişiz, oturup bu sağır halimizle bir mektup yazmak istiyoruz sokaktan ayrılmadan önce, sonunda bu sokağa bir veda öpücüğü vermeyeceğiz, o böyle şeylere gelemez, sevgili sokak, seni öyle çok sevdik ki, ve başkaları aslında seni benden daha çok sevdi, ama kimin yazısı güzelse o yazdı her şeyi bu hayatta, sana bu adaletsizliklerle gelmek istemezdik ama sen alışkınsın her şeye, hiçbir şeye şaşırmazsın, hiçbir şeyi de şaşırmazsın, sen en doğrusunu bilirsin, sen büyüksün, sen şöylesin böylesin diye sabaha kadar sana tapmamızı beklemiyorsun herhalde, sana biz resim yaparız, sana biz kahkahalarımızla geliriz, biramızla şarabımızla geliriz ama asla eli boş gelmeyiz, bazen gaza geliriz, bazen dize geliriz, bazen cuma bazen cumartesi geliriz, ama asla şakaya gelmeyiz, sen bizi kovsan da gitmeyiz, her gün içinden geçeriz, üstüne basarız, çok ses çıkardığın zaman sana kızarız, arabaları alma buraya deriz yine de inat eder alırsın onları, senden dünyada çok fazla var, herkese yetecek kadar yok ama, o yüzden bazen o kadar özelsin ki, o kadar çekicisin ki bazen, senin sonunda bir güneş batsa ölüyoruz senin için, ama hayat bazen senin içinden geçtiğinde, senin onla her zaman arkadaş olduğunu biliyor olsak da, bazen sana darılıyoruz, bazen üçümüz birden arkadaş olabilsek diyoruz içimizden, ama senin arkadaş olduğun hayatla bizim tanıdığımız hayat aynı kişi değil, o yüzden boş ver hiç ısrar etme, bu iş esrarını korusun, bu mektup da burada bitsin.
Kaygılarımla…

No comments:

Post a Comment