Monday, October 26, 2009

otomobil kız.

Sonra kız otomobil başlı yılana dönüşüyor ya
Benim plakam ne olacak plakam
Yani il idaresine konseyine mi gidiym
Trafik idaresine mi gidiym
İniym diyo
Trafik idaresine
Çünkü en alt katta yani bulundukları binanın en alt katında
Sonra işte bağrıyor diyorki
YA BENİM BURAYA GELDİM Fotokopimi çektirdim
Benim plakam ne olacak diyorum sen hala diyorsun ki
Vay bele vay şele
ARKADAŞ POLİS ÇEVİRİYÖR
Filmin sonunda işte teknisyen bayiliyör
Büyük bir patlama olüyör
Ve sonunda da işte 29 kişi elele tutuşup güneşe doğru yürüyolar
Film böyle bitiyor.
Kölayca gandırabilirük gibi geliyör
Dünyadaki en iyi insan olduğuna dair bi madalyası bile var
Haha haha ben verdim
Emin olabiliriz olduğundan
Ben geçenlerde dünyanın en yaşlı adamı seçilen bi adamla tanıştım
111 yaşındaydı
Onunla birlikte 96 yaşında 88 yaşında 39 yaşında 3-4 kişi daha yarışmaya katıldı
Oy birliğiyle o seçildi yaşa hiç bakılmadı
Yağuluz burda noter huzurunda bişey yapılıp yapılmadığı büyük önem arz ediyor
Çünkü 111 yaşında olabilir ama ruhen bizden daha genç olabilir
Yani oy birliği aslında burda tartışmalı bir konu
Bu konuda uzmanlara danışmamız gerekiyor
Uzmaaaanlaaaar!!
Buyurun ablacım uzman efendi burda
Sorun bakalım sorunuzu
Uzman efeeeyndi uzman efeeeyndiii
Benim bir maruzatım olacaktı
Şimdiiiiğ
111 yaşında çok dadlı bir dedoş bulduk biz elimizde şuanda
Kafese koyduk yani öyle bir kafes değil altın bülbül bile yaşar orda
Evet evet mutsuz olduğunu mu belirtiyor dedoşumuzun kendisi
Öyleyse kendisine sadece ekmek kırıntısıyla besleyelim kendisini
Sadece kendisi
Kendileri.

Friday, October 2, 2009

gözünün üstünde kaşın var diye sevmiyorum seni. bok gibi olmuşsun.

Gözümüzün üstünde kıl olması çoksaçma değil mi Bi de insan öyle bi insan ki, kendini her şeyin bi işe yaradığına inandırmaya, tutarsız hatta geçersiz bişey kalmaması için çırpınmaya o kadar meyilli ki, bi de buna durup, gözümüzü hastalıklardan pislikten kara kediden koruduğuna dair bi açıklama getirmiş, olsa olsa alnımızdaki terler gözümüze akmıyodur, tuzlu su gözü yakabilir de gözünüz yanmasın diye fazladan kıl ister misiniz diye bi seçenek niye yoktu ki ve bunun gibi daha bir çok soru.

Friday, September 11, 2009

baobap.(çok yerinde oldu)

Onlar şımardılarsa sırabende.sırayıaramayınbendeçünkü. sıra benim mülküm artık ve sıranın altında adalet,b eşiktaş formalı defterlerim, defterlerimin üzerine gassaraylı etiketlerim, annemi mi daha çok seviyorum babamı mı daha karar vericek yaşta olmadığım için(ne zaman sorsalari kisinidedi yorum) takım tutma konusunda bir belirsizlik defterlerimde bir kişiliksizlik bariz bir şekilde tırnak ve kitapdefterkabı kontrolünde örtmenin gözüne batıyor velilerim çağrılıyor ve tabiî ki ben bu çağrıya uymayan velimi daha çok seveceğim ilerde geçmiş günleri yad ederken, gençlikte dicem önden iki süt dişim düşmüş iken, ergenlikten sonra çirkinlikte ikinci sıraya yerleşen bu dönem için lan bi küçük prens kadar olamadık salak salak çok çirkin olmasına rağmen sırf sınıfın en çalışkanı olduğu için bir çocuğun peşinden 15 kız birden koştuğum dönem olarak hatırlayacağımı sanıyor olabilirim şuan, tam öyle olmamıştı, ben sınıfın en çalışkan ve hızlı gelişen kızlarından olmadığım için, özgüvenimi ilkokulun bahçesinde, çocuğun peşini de yine aynı mekanda bırakıp, tam düşünmeye vakit bulmuşken mezun oldum.ilkokuldan mezunolmak. Velhasıl kelam. Konu nerelere geldi ya.

başlık olarak kukuleta taksınlar.

Bir insanın ölümü yağmalandı.yağmalanan mal güzelce satıldı.biz aldık onu kitlecenek.biz onu alınca ekonomiye katkımız yumurtaya can veren kadar oldu.dolayısıyla çok pis işe geldik.ama yine suçlu biz olduk.çok şımardı bütün bunlar.

Monday, September 7, 2009

bele diye yanlışlıkla başkanlığa aday oldum.

sakin olun ilçe sakinleri biraz isminizin adamı olun panik yapmayın burda ciddi bir iş yapıyoruz dedi belediye reisi denizden babama benzeyen bir köpek balığı çıktı bu kafası bu sırtı bu babamda olmayan bir uzuv tövbe türbe yaptırıyorum ben bu köpek balığını 5 metrelik inanılmaz aurası belediyemizi adeta sarıp sarmalayacak özellikte özellikle içinde bulunduğumuz mübarek günlerde davulumuzu da bu köpek balığı çalsın diyorum davul çalarken hulahop çevirebilen bu inanılmaz prodükt belediyemizin bir şanlı balıkçısı tarafından zapt edilmiştir köpek balığı 600 kilogram aaarlııında olduğu içün genç kızlarımızın iffetini korumak niyetiylen balıkçının kaslı kollarını polise çevirttirdik evet balıkçı aramızda fakat kollarını kesip müze haline getirdik inanılmaz işler başardık siyaset hayatıma altın harflerle yazılacağına eminim.

Saturday, September 5, 2009

fahrenheit bilmemkaç.

artık ne olacaksa olsunlarımı satıyorum, bağyandan kelepir artık ne olacaksa olsuncuklar, tamamen unique pieces, başka yerlerde de bulabilirsiniz aslında, ama ne gerek var, ayağınız alışsın diye bir artıkneolacaksaolsun alana bir diğerini hemen bedava veriyorum gerizekalıyım çünkü ben o kadar uğraş, olsun! De, besle büyüt, inek gibi işte, sarı kız gibi artık ne olacaksa olsunlar, mamullerimiz önceden yıkandı ütülendi paketlendi, ya tamam al da sen, şöyle ki bu kadar kıyak geçince kurulumunu da bi zahmet siz yapın, biz yapacaksak da teknik ekip iç dünyaya girerken kapıda ayakkabılarını çıkarmak istemiyo, bi de çocuklara bi lahmacun söylersen, iyi olur yani, müdürüm fotokopi makinesinin başında bir grup stajer adörtlerimizi yemeye başlamışlar, koyulmuşlar, yiyor, öhöm, bırakalım yesinler, ben üç tane kağıt parçasını çalışanlarımdan esirgeyecek değilim, sen de git onların yanına, bütün parmaklarına tak kağıtları ve o şekilde eğlenerek ye, paket yap evine götür, ormanlar feda size yavrularım, ayrıca geçen gün biri bana hayatımda sen benim yan masadasın dedi, ben de ona ateşlimeyvetabağı yolladım, makul bir saat olsaydı, içli köftesini de esirgemezdim, ne olacak ya, yanmasa yanmasanın küllüğüne muhtaçtır sonuçta bi yerde,dünya denen yerde özellikle, böyle olaylar hep oluyor, görüyoruz, okuyoruz gazetede, adam küllük getirirmisiniz diyo, heryerden bişey istiyolar, unutuyo oluyo sana 1 saattir küllük yok, yan masanın küllüğüne muhtaçsın işte sen orda, yok ben yanmasaya küsüm mü diceksin, gülerler be sana,vitrinin içinden bir kadın koşuyordu dışarıdaki adama doğru üstüne atladı cama yapıştı küçük bir delik bulup camın içinde süzüldü havasız kaldı camın içinde kaldı adam ona baktı deri çantasının içinden şırıngasını çıkardı, camdaki küçük delikten kadını şırıngasına çekti salladı donmasın diye salladı kadının paramparça oldu bulaşık suyuna döndü sonra kadın adam kadını ellerine sürdü geri kalanıyla da çocuğa sabunlu bez yaptı, çocuk tembelliğe alıştı, bugün ağzının kenarında kırmızı bir heykel var.

''seferi'' kelimesinin metin içinde kullanımı.

Sanayi devrimine giden yol Papin’in düdüklü tenceresinden geçer peki ya sana arkadaşını söyleyeyim sana kim olduğunu söyleyeyim her şeyi ben söyleyeyim, o yüzden hemen bir anket yaparız, bir dinozorun olsa onu arabayla gezdirir miydin, gezdirirsen neden sen bir manyaksın, gezdirmezsen hayvana yazık, en iyisi cevap ver 5 fili oturttuğun gibi mi oturturdun, yoksa arabanın üstüne sırt üstü yatırıp göbeğinden bağlayarak mı, 37nin asal sayı olmasına sinirlenir misin, bir kadın olsa ismine ne koyardın, mayın tarlasına girsek ne olur deseler may bize kızar desek güler misin, kalbin kadar temiz bu 5 ortalı harita metod defterinin 3 ortasını bizim için ayırır mıydın, ayırırsan nasıl ayırırdın, rezervasyon gibi mi üç ortayı yarmak gibi mi, neyse bunları hallettikten sonra aranda, seninle ‘ilişki trailerı’’ işine giriyoruz, fal olayının digital çağa uyarlanmış hali gibi de düşünebiliriz, senaryolar için şehrin en iyi falcılarını bulucaz, görevin bu, sen tek başına yapıcaksın, ama ikimiz bulmuş gibi yapıcaz, çünkü genelde ‘’beni siz yarattınız’’ deniyor, çok saygın bir insan olmadığın için, sana ‘’siz’’ diyeceklerini sanmıyorum, falcıların bu şeyi rahat bir şekilde söylemeleri için iki kişi olmamız şart, benim tapınaktaymış gibi yaşayan Şinto dinine mensup komşularım var bir flütten bunu anladım, bağırdım balkondan oooooğluşum şintoo dinlerin kardeşliğiii hööeeey,
o böyle bi kaliteli haller içinde takılırken ben nerdeyse emo yolcusuydum, sonuçta seferi olduğum için oruç da tutamiyordum, ben dinimin 16 saatlik dev orucunu tutmaktan acizken, onun balkonda bağdaş kurup flüt çalmasından rencide olmamak elimde olan şeylerden biri değildi, bir elimde bir somon ekmek bir elimde dolmalık biber bir diğer elimde ise papinin düdüklü tenceresi vardı, 19. yüzyıla doğru yola çıkmıştım yaklaşık 2 yüzyıl daha oruç tutamayacaktım, hayırlısı.

artık mum ışıkları benim altımda yemek yesin.

şimdi uzun zaman geçti geçer o zaten birisi sevgilisinin askerden dönmesini emesenden bekliyor görüyorum ben o hergün bir bir azalan sayıya bakınca yapma diyorum etme diyorum içimden ben onu fark edeli 20 gün geçmesi biranda yani 20 gün geçmesi aslında dedim ki o kadar da abartılacak bişey değilmiş yani nerdeyse bitti bak gözümüzün önünde bir ay geçti bile hain, bir toplumsal yaraya daha bastıktan sonra parmak, ben derim ki gelin bunun neden toplumsal yara olduğuna değinelim çünkü yaptığım tespihlere güvenmiştim daha önce de, bir kere cumartesi günü mum ışınları altında tek başına balık kraker yiyenler varken aramızda, sevgiliyi emesenden beklemek, nazara delalet eder, ‘’dersaneler kalsın okullar kapansın o zaman eğitim sisteminin içine sıçtılar’’, toplum burda ikiye ayrılır, aynı zamanda bu bilimsel tespihlerimin içine nazar diyince batıl inanç ve hurafe sistemleri karışmış oldu ama fark etmez, lunaparkta, balerinin, tırtılın, gözünü sevim dönen fincanlar var ya, onların ne işi var ya, bi kere o salak karı lunapaktın içinde sürekli dönüp duruyor, etrafa insanın ağzından çıkardığı dışkılar falan neyse, tırtılın varlığı bana hayvanatbahçelerindeki dramı hatırlatıyor o yüzden hüzünleniyorum, ama dönen fincanların insana sinirden başka bişey vermediğini ben yetkililere bildirmek istiyorum, atla karıncayı da artık birbirinden ayırıp eğri oturup doğru konuşmak vakti geldi geçti ama neyse,toplumsal yaraları deşip gündem yaratmak istemiyorum, toplum ikiye ayrıldıktan sonra iki tarafa da biraz karamel ve çuhalatalı sos sürülür, yenir, gündem oluşmaz, bişey olmaz yani öyle yapılırsa.

Saturday, August 8, 2009

martı jonathan döner olmuş. (artık iki kişiyiz bazenleri)

sabah 5 bucuk civarlarında gök gürültüsüyle uyandım şunu düşündüm biri gelip balkonuma geçen gün mor bir balık düştü dese inanırım şakaysa bana gülerler hemen inandım diye ama bu balık bir martının ağzından balkonuna düşmüş olabilir sonuçta mor balık mı olur diyebilir
turuncusu var kırmızısı var düşündüm sarı olanları bile var mor neden olmasın, sonunda beni anlayan bir insan bulmanın haklı gururunu yaşıyorum

na:
şöyle de olabilir
akvaryum fetişi olan bir modacı
boğaz gören terasında
akvaryumunda
rengarenk egzotik balıklar besliyor
bir gün bu modacının pompişçisi (gay modacı)
bunu terkedince
efkara bağlıyor ve ben heteroyum artık ülen diye eskortları çağırıyor
eskortlarla parti verirken eskortlar bunu belden bağlamalıyla salatalıkla döver gibi dövüyorlar
bu sırada çıkan hengamede akvaryum kırılıyor
balıkların dehşetinin kokusunu alan martılar terasa çıkartma yapıyorlar
her biri bir balık kapıyor
fakat martı coni (evet o denyo özgür martı)
ve martı bili
tek bir balığa kalıyorlar
o da mor balık
coni uçuş idmanlarının verdiği fitlikle balığı kapıyor
bili onu takip ediyor
bu sırada sizin mahallenin ordan geçerken
çocuğun biri
aa kuş
aa balık diye
elindeki Pokumon oyuncağını
coniye atıyor
irtifa kaybeden coniye bili dalıyor
yandım anam diye bağıran bili (wagh diye duyuluyor tabi bu ses)
popodan kapıyor coniyi
coni de bir yandım anam basıyor
bu esnada balık senin balkona düşüyor
gök gürültüsü de aslında o kavganın sesleri
na:
her şeyin bilimsel bir açıklaması vardır diye de sonuna eklerim.

na ve misk öküzü oturup,çok ve boş konuşanları, telefonda insanı saksıda bitki yapanları, kapı önünde dikenleri tansiyon düşürenleri gerçekten alt edicek , insanlık için devrim niteliğinde teknik alt yapısı oldukça güçlü bir çalışma hazırlamaktalar. şimdiden abletonlarınızı, telefonlarınızın hızlı arama özelliklerini ve hmm-anladım-tamam ses kayıtlarınızı hazırlayınız. defterlerinizi kitaplarınızı kaplayıp etiket yapıştırınız. derse sözlüksüz gelmeyiniz.ayaklı sözlükmüyüz biz. dersliklerde tahtanın üstünde liderimiz Pembe Panter'in (elinde düşmanlarını alt etmekte kullandığı Viyana ''doooyng efektli'' salatalığıyla)yandan bir portresi bulunacaktır.

Sunday, June 14, 2009

havalar ısındı ve tehlike kapımızda ve ben ayağımın esnafın dükkan önü sulama sistemleri tarafından ne zaman ıslatılacağını merakla bekliyorum tetikteyim bu yaz ıslanmicam.isyan.

Wednesday, May 27, 2009

aşkım sağlık karnen pekiyi doluuu!!!aferin sana!

Ne denli serseri bir aşık olduğumu, ona hediye olarak mantık kolyesi aldığım gün anladı. Evet taktığında böyle baştan aşaa mantık olacaktı. Buna hazır olmasa da olmalıydı artık yapacak bir şey yoktu. Ben onun serseri aşkı olarak bu bir emirdir. Yani aslında Migrosun, ‘’Migroskop’’undan sonra herhangi bir şekilde serbest çağrışımsal bir girişimde bulunmamızın anlamsızlığı üzerine bir söyleşi yapabiliriz şuan. Çünkü aşkımıza bebişimize 250 gram Körpe Vakum Kangal sucuk, algida Maraş dondurma ve yanında da cappy meyve nekt.ı çok uygun fiyatlara almak için inanılmaz kampanyalar var ve bu menüyle ‘’bebeğimizin içi’’ni ishal edebiliriz kanımca. Bi ondan bi ondan bi ondan şeklinde. Ama ben çok ünlü bir kökenbilimci olarak bu çağrışım dehasını incelemek istiyorum. Migroskop, mikroskoptan türemiş adeta dünya top on listelerinden fırlamış harikulade bir şey olarak karşımızda duruyör. Yani migrosları inceleyen bir alet edevat olsa gerek diye düşünüyorum. Peki bunun benim cep telefonumun mesaj haznesinde işi ne? İki gün sonra bu aleti kapımın önünde pazarlamaya çalışan birini bulabilirim. Şüpheleniyorum. Dahası evinizde denemek ister misiniz de diyebilirler. Migroskopla evimi süpürmek istemiyorum ben. Rencide etmeden nasıl reddedeceğimi bilmiyorum. Kapı deliğinden bakıp açmamak en iyi mükemmel bir numara bir karar olabilir. Ya da daha manyak bir fikir ve serseri aşıklığıma yaraşacak bir şekilde bebişime migroskop alim ben. Böylece boynunda mantık kolyesiyle evrendeki tüm migrosları inceleyerek sınır tanımaz bir kişilik olur. Kangal sucuk Maraş dondurması ve meyve nektarı ile adeta bir piknik rüyasına dönüşecek olan laboratuar ortamı da bize ‘’rüyamızda zerdali gözlemlemek’’(evet böyle bir şeyi ben uydurmadım) ile ilgili tüm çılgın verileri verebilir.
Evet şimdi serseri bir aşık olduğum kadar başka nelerim onu görelim. Çok çok iyi bir haber okuyucusu ve yorumlayıcısıyım.
Girimham adalarında sikendal: Soyunma Kabinesi ve Avon Kamarası üyelerinin bu küçük ada devletine kitledikleri masraflarla ilgili sikendal büyürken, ada giderek daha da küçülüyor.
Ne yapacağını bilemeyen halk çılgınca her şeyi yemeye veya denize atmaya başladı. Adanın Küçülmesini Durdurmaktan sorumlu Devlet bakanı şuan 5-10 metre uzunluğunda bir ağacın tepesine hapsedildiği için çözüm aslında çok kolay, gidip sorabilirler. Ama halk merdivenleri de yediği için hemen yenisini yapabilirler. Demokrasiyle yönetilseydi böyle olmazdı çünkü demokrasilerde çareler tükenmez kalem ve bebeğim sönmesin gönlümün ümit çırası, nasılsa cehennem senden sonrası, bendeyse sevipte yanma sırası, küllere dönsemde ateşim sen ol.

İlginç kelimeleri bulur cümle içinde kullanırım, ilkokuldan kalma bir hastalık benimkisi..
Sezdiri kelimesi çok ilginç. Hemen kullanıyorum. Okullarda sezdiri dağıtmak yasak çocuhlar! Hadi gidin başka yerde oynayın!

Herakleeeeytos’un fragmanlarını yorumlamaya da bayılırım hemen yapim bi kaç tane
‘’ Kimilerine görüşüne göre Thales, yıldızlarla ilgilenen ilk kişidir.’’
Bu fragman gerçekten herakleyytosa ait isee, bu biz thalesi tanıdığını gösterir. Ama kimileri böyle düşünüyor olabilir ben öyle düşünmüyorum ilk kişi olmayabilir diyor sonuçta Thales öldüünde ben 11 yaşındaydım nerden biliym diyor. Haklı yani. Kesinlikle katılıyorum. Felsefeden anlıyorum.
‘’ Bana göre bir insan çok iyi ise bin kişidir.’’
Bu fragmanları elbette günümüz argümanlarına göre yorumlamak çok çok, çok önemlidir. Şimdi bir bir kişiye nasıl bin kişi deriz,bin adet dili biliyor ve konuşabiliyorsa deriz. Ki bu insan gerçekten iyidir o zaman. Bin dil bilene kim kötü diyebilir? Herakleytos bile diyemez.

Dahası modayı da takip ederim. Bir arkadaşımdan aldığım bilgi şöyle: Mayo takvimine göre 2012de mayonun tamamen modası geçecek. Nükleer rest, organik domates, ve insanın da modasının geçeceği tahmin ediliyor ilerleyen yıllarda. Misk öküzü, koala, karibu ve saksağan kontenjanlarının şimdiden dolduğu kulağıma gelen fısıltılar arasında. Yok ben duymadım yok ben bilmiyodum beni aramadılar a aaa nası yani yaaaa terbiyesizlik bu resmen demeyin sonra.
Hemen yazın hangi hayvan olmak istediğinizi çabbuuk hemmen! Utanmayın. Geçicek modası sonra kalacaksınız iğrenç bi şekilde insan insan.

Sunday, May 24, 2009

her yönü ile zerdali reçeli.

zerdali reçeli diyeti.

Mr. Scoop, olayların adamı olarak, DostBaşaDüşmanAyağa (DiBiDiEy) şirketinin başkanı olarak konuşuyordu. Dinleyicilerin, onun söylediklerini yutacak kadar yersiz coşku belirtileri yoktu. Boynunda asılı olan cevşen ile geleneklere uygun bir imaj sergiliyordu. Altındaki baba kotu ve spor ayakkabılarıyla bütün babalara, atletinin altına koyduğu ter beziyle babanelere, bahçıvan gömleğiyle annelere sesleniyordu. Aslında her zamankinden farklı olarak daha çok edebiyat üzerine bir söyleşiydi bu seferki. Ömeros’un İlyadaŞehir’i, JackiçenLondon’ın Martin Edenbulur’u, Markus Sadevatandaş’ın Justine Timbirleyk’i ve ve tabii ki ünlü İslam düşünürü Makyav’el-hasılıKelam’ın ÇokoPrens’i üzerine, soyadına yaraşır bir biçimde bol kepçeden atıyordu. Belediyelerin ilaçlama yapmamaları nedeniyle, bu güzide şahsın binlerce spot ışık altında yaptığı bu konuşma sivri ve küt burunlu sineklerin istilasına maruz kalarak, kalitesinden çok şey yitirse de, sonunda hastanelik olan Mr.Scoop, yatırıldığı hastanede yüzü şişliklerden tanınmaz bir haldeyken bile ne kadar vefalı bir insan olduğunu kanıtlamaktan kendini alamayarak, şu cümleyi sarfetti: ‘’Mahmut Kaya’ya çok şey borçluyum.’’ Biz de ona çektiğimiz fotoğrafları digital makinelerimizden anında gösterme yeteneğimizi kullandık. Tabii ki moral olsun diye ona ‘’ bu fotoğrafta çok iyi bir çıkış yakalamışsınız, bravo!!’’ dedik. Halbuki gazeteye böyle bir fotoğrafı koyamazdık. Biz de bunun yerine özgeçmişine yer vermeye karar verdik.
Mr. Scoop 1934 yılının, kamyoncuların tabiriyle‘’mevsimsiz kar’’lı bir gününde dünyaya geldi. Büyük Britanya doğumlu olmasına karşın esmer teniyle bu çocuk, babanesinin adeta gözdesiydi. Bütün çocukluğu boyunca babanesi tarafından ‘’kara combalak’’ olarak sevildi ve her türlü ter bezini ölene kadar bünyesinde barındırdı. Lafı hemen ölüme getirmemiz hiç hoş değil belki ama, Mr. Scoop yaşamı boyunca türlü ölümlerden döndü. Bir keresinde 911 programında tanık olduğu bir olayı, yoktur öyle bişey lan diyerek test etmeye çalıştığında kendisini kurtaracak herhangi bir kişinin eve gelmemesiyle kurtuldu. 911 programında, diliyle buzluktaki buzu yalamaya çalışan birinin dilinin buzluğa yapıştığını ve kurtulamadığını görmüştü. Aynısını denedi. Dili yapıştı. Eve kimsenin gelmediği uzun saatler belki günler sonucunda buzluktaki buzlar eridi ve Mr. Scoop kurtuldu. Bunun sonunda babanesi evlerine bir nofrost buzdolabı alarak, deney ortamını yok etmiş oldu. Gençlik yıllarında uyuşturucu batağına düşmüştü. Kafası iyiyken yapmayı en çok sevdiği şey birilerini telefonda işletmekti. 78’de 44 yaşında olan bu adam, daha adeta dünkü çocuktu. İnsanları arayıp bong fokurtusu dinletmeyi çok severdi. Taki yanlışlıkla polis teşkilat başkanını arayana dek. Mr. Scoop bulunarak kendisine 90 saat hiç durmadan koşma cezası verildi, cezasını ölmeden başarıyla çektikten sonra serbest bırakıldı. Artan vegan sayısından etkilenerek girişimci ruhunu ortaya koyduğu Tofu ticareti sırasında Tofu mafyası peşine düştü, tofu mafyası Mr.Scoop’u yine 70li yıllarda tofu yedirerek boğmaya çalıştı. Boğulmuş taklidi yaparak ellerinden kurtuldu. Bu tip olayların sonunda 1980li yıllarda Ölümden Dönme ŞekilleriÜzerine Bir Deneme adlı eserini yazdı. Bu eserin yeniden gözden geçirilmiş baskısında sinek ısırıklarıyla ölümden dönme şeklini de ele alacağını açıklayan Mr. Scoop, ölümden dönme kariyerini burada noktalayacağını ve bundan sonraki hayatında ölümsüz olacağını beyan etti. Bizzat Mr.Scoop’un geliştirdiği ‘’dost meclisinde gibi gündemden konuşma’’ stiliyle haber sunuculuğu yapan ve Scoop’un en iyi öğrencilerinden biri olan Birandın aracılığıyla nasıl ölümsüz olacağını sorduğumuzda ise, elinde çok güzel bir fikir olduğunu, görüşmelerin sürdüğünü söyledi. Mr. Scoop’un çok yakın bir arkadaşıyla, başrolünde bir kirpinin oynadığı bir dizi film çekeceklerini gizli kaynaklardan öğrendik. Onu ölümsüz kılacak bu eseri dört gözle bekliyoruz. Mr.Scoop’un ünlü ‘’zerdali reçeli diyeti’’ ile 16 kilo vermiş halinizi sadece ve sadece 45 kupona elde edebilirsiniz. İlk kupon yarın. Sakın kaçırmayın. Mr. Scoop hakkında atlayamayacağımız diğer noktalar ise şöyle:
- Mr.Scoop endoplazmik retikulum hakkında ‘’ onlar hücrelerimizdeki metrobüs yolları gibidir.’’ diyerek Britanyalı olduğu kadar İstanbullu ve edebi bir kişilik olduğu kadar biyolog bir insan olduğunu ortaya koyarak, hem edebiyat hem de biyoloji dalında Nobel ödülüne aday gösterilen ilk insan oldu.

- Bu şekilde ‘ilk insan’ olunca, son hatırladığı şey bu olduğu için bir ölümden dönüş sırasında geçirdiği travma sonrasında basına ‘’ben ilk insanım’ şeklinde bir demeç verdi, dünyaca sevilen bu adamı üzmemek için, hastane odasına pek çok antropolog davet edildi ve ona uzun bir süre boyunca ‘’ilk insan’’ muamelesi yapıldı. Uyutulduğu bir sırada kendisine 30 yaş dişi olarak bilinen ve günümüz insanında artık olmayan dişler monte edilerek ağrı verici ilaçlar enjekte edildi. ‘’ağzımda bir ağrı var’’ şikayetinin üzerine 30 yaş dişlerini çıkarttığı söylenince o sırada 56 yaşında olmasına rağmen kendisini uzun süre 30 yaşında zannetti. Böylece ömründe 26 yıl avantajlı konuma geçti.

- Sigarayla savaşı kendine görev edindi. 1 yıl boyunca dünyayı gezerek sigara içtiğini gördüğü bütün insanların sigaralarına apargat ve aduket çekerek saldırdı. 345625 kişinin yaralanmasına sebep olduysa da dünyada bilinen en orijinal sigarayla savaş teknikleri arasında yer aldı.

- Pop sanatçıları için espritüel bir dille kaleme aldığı Mariah Career adlı pop kariyer rehberi adeta yok sattı.

- ‘’Mahmut Kaya ve Wasabi Sos’’ adlı bir eser yazdı. Mahmut Kaya ile beraber çıktığı Japonya seyahatinden çok tatlı anıları barındıran bu eserin el yazması bugün Birmanya Ulusal Kitaplığı’nda saklanmaktır.

Saturday, May 23, 2009

yaptığım tesbihlere güveniyorum.

Kader bizi böyle bir noktada buluşturmuştu işte. Yapacak hiç bir şeyimizin olmadığı belliydi fekat o domates kabuklarını neden kemirdiğimize dair arkeolojik bir kanıt olmadığından, domates ya da elma kabuğu kemirgenleri olarak bilinen bu canlı türünün evrim basamağındaki yeri bilinmezliklerle doluydu yürüyen merdivendeki bir basamağın kimliksizliği gibi. Belki yapışmış bir sakız parçası ona bir kişilik katabilirdi oturup başında o basamağın tekrar gelmesini beklersek falanfilan. Hükümet kapısının anahtarı kayıptı. Kimse uzun süre nerede olduğunu bulamadı. Bulunduğunda ise artık kimse oraya rağbet etmez olmuştu. Biz de arkadaşlarla gidip top oynardık. Oynuyoruz hala yani. Her Pazar hükümetin kapısını açıp halı saha maçı yapıyoruz, terliyoruz falan, üstüne ayran soda içiyoruz. Çok ameleyiz. Selçuk Cumhuriyeti başkanı ve yandaşları gelip hiç sebep yokken kavga çıkarıp topumuzu alıp gitmek gibi hareketlerde bulunma planları yapıyorlardı. Açıkçası Selçuk Cumhuriyeti başkanının aşırı derecede biyogenetik ve çarpıcı bilimsel araştırmasına yaptığım onca katkıdan sonra topumuzu gerilim-korku türüne mal etmeye çalışmasına anlam veremiyordum. Defolu insanlar başlıklı bu mühteşem araştırması için ona bir kol altı düz bir kol altı çukur, yan yana göz yamulsamasına mahal vermeyecek şekilde yerleştirilmiş iki fotoğrafı yani kanıtıyla birlikte bir ünlü bile bulmuştum. GürbenErgen. Kendisi tüm şehrimize koltuk altlarını hiç çekinmeden açmış bizi koltuk altlarına basmış güzide bir insandır. Bir gram ter olmadığı gibi defoludur dediğim gibi. Bi taraf düz bi taraf çukurdur. Harikadır yani. Markalaştırmak istiyorum kendisinin koltuk veya kol altlarını. Tam bilemedim şimdi.
Ebe Gümecigiller, Hamburg sokaklarında bir gün aheste aheste salınarak yürürken karşısına bir profesör çıkıverir. Profesör, kendisini beraber çalıştıkları hastanenin jinekoloji bölümünden tanımaktadır. Böyle bir soyadına sahip Ebe tabii ki profesörü fazla iplemez. Profesör de sinirlenip ama çaktırmamaya çalışarak bir fıkra anlatmaya başlar. Bir gün bir Fransız bir İngiliz bi de Temel uçağa binmişler. Aa Alman yok diyip geri inmişler. Miydi? Euhauhueha neyse artık ya, gülmemiş tabi ebe. Kimse gülmemiş. Bütün Hamburg’ta 4 gün sürecek bir yas tatili ilan edilmiş. Z harfini S olarak okuyan Almanlar 4 gün yaz tatilimi olur demişler. İsyan başlamış. Bütün halk ayaklanmış. Herkesin böyle birden bire 4 5 ayağı olmuş desem beni öldürmek için suikast planlarına başlar insanlar diye düşünüyorum. Ama yoooğ taviz vermiciiim. Komik olmayan bu antipatik tarzımı korumayı hedefliyorum. Yegane gayem bu. Böyle sonsuza uzanan bir yazı yazmak istiyorum. 3 dakikadan sonra kimsenin okumadığına güvenerek kendi kendime saçmalayacağım. Mutlu inekler özgür tavuklar sloganıyla dondurma pazarlaması yapan insanların bir de uzaydan gelen koyunları gerçekten de uzay mekiğinden fırlatıp falan. Heyhat yaa.. o neydi öyle gerçektende. Tamam ya koyuyorum aynen bunu böyle. Kendime güveniyorum. Şuan çatıdan bile atlarım çok güveniyorum kendime.

Wednesday, May 13, 2009

yazar dıkanması.

Halıya kurşun kalem düşme sesini düşünün, tamam işte o sesin aynısı tam masanın yanındayken çıksa yere bakarsınız nerde dimi, peki ya bu ses aslında yanınızdaki arkadaşın osuruğunun sesiyse naparsınız?
Bu soruya önce taklaya tövbeliler, sonra hevesliler cevap versin.
Tövbeliler en son beden eğitimi dersinde atanlar, hevesliler, onlar kendini biliyor!
Hayat çok pahalı. Özellikle tekstil bizi aşmaya başladı. Bu yüzden dev mıknatıslarla yapılacak bir soygun planladım. Maskeli bir grup arkadaş, birisi dev tekerlek mıknatıstan sorumlu (yüklemsiz tümce). Bütün alarmlar düşüyor ve biz kıyafetleri alarak kaçıyoruz. Kimse ‘’bu bir soygundur’’ diye bağırmıyor, çünkü soygunsa niye alarmları söküyoruz manyak (argo veya kaba sözcük) mıyız biz?
Karfur’un tam arkasında satılık dublex daire. Mal Kabul manzaralı, iki oda, üç beş salon. Arkasında da böyle bir alan var inşaat alanı, tramplencesine üstünde zıplanan tahtalar var, mahallenin zıplama noktası.
Her neyse. Bir hayvanın başrolde oynadığı bir film yapmak istiyordum uzun zamandır. Aklıma denizden fırlayan kirpi geldi. Evet bu ilginç deniz kirpisi- ki böyle bir hayvan olduğunu sanmıyorum ama biraz bahtsız bir hayvan olduğundan denize düştüğünü ve bu yüzden oklarını bizlere yönelttiğini düşünüyorum-, bu kirpinin adı Şumul.
Evet artık çocuklar bu filmle beraber annelerinden kirpi isteyecekler ve kirpi sektörü patlayacak. Hatta kirpi sektörü diye bir şey olmadığından, böyle bir sektör oluşacak ve biz hep beraber refah seviyesi yüksek yüksek tepelere tırmanmış kişicikler olaceğiz. Lassie’yi boşuna izlemedik onca sene. Şimdi yeniden bir başrol hayvanına ihtiyacımız var dünyayı daha güzel bir yer haline getirecek bu sevimli kirpi Şumul.. Şumul, Lassie gibi cankurtaran falan bir hayvan değil. Görev bilinciyle yaşamıyor. CSI ny mu, niye her bölümde hayvan bi meseleyi halletsin ki, oturuyo işte öyle. Böyle Lassie gibi sürekli bize bir şey anlatmaya falan da çalışmıyor. Kendi halinde asil bir hayvan çünkü. Ağır başlı erdem sahibi. Öyle getir götür işleri de yapmıyor. Bütün çocukların bütün kirpilere Şumul dicek olması çok olası, buna engel olabileceğimi sanmıyorum. Ama onu göt travması yaşatan bar taburelerinde bira içerken görüntüleyeceeemiz için çocuklara yönelik korku ve şiddet unsurları içerebilir. Şumul çünkü asabi biraz, okları falan var, barda bi durum olursa acımaz çakar bi tane gibi geliyor.
- Abi niye bizi bu yoldan getirdin? Diye sorduk biz midesi bulananlar olarak virajlarda.
Virajlara aşina, aslında kamyon şoförü olan altın kol saatli kıllı da dedi ki bize.
- Şoför istediği yoldan istediği hızda gitme kapasitesine sahiptir.
Kapasite diyince biz çok etkilendik tabii. Biz de dedik kusma kapasitesine sahibiz falan dedik de ezildik resmen bu cevabın altında. Bu hayatta şoför olasım geldi, yetkin irade sahibi bir kapasiteye sahip olmak nasıldır acaba dedim. Kapris yapıyomuş bünyede. Şoför kaprisi çektik ya çok ilginç bir deneyimdi. Konuşmadı bizimle. Küsüp pirzolasını yemedi. Çünkü biz hayvanlar gibi elimizle yerken pirzolalarımızı, o çatal bıçakla yiyordu. Bıçağın tabakta çıkardığı gıcırtıdan fenalık geçirdiğimizi söyleyince, özellikle de pirzolanın tabiî ki elle yendiini söyleyince küstü yemedi. Bu gerçek bir hikayeden alıntıdır.
Çok şuursuz ve bekleneni vermekten çok uzak bu yazımı sizlere sunuyorum.

Thursday, April 23, 2009

cacık.

Galaksimizde hatta evrenimizde neler neler olurken bir pembe plastik bir kaptan arkadaşlarla oturmuş cacık yiyorduk. Neyse ki bizim hiç gerçek zamanlı (bir episode 45 dk) dizi anlatan bir arkadaşımız yoktu, acınacak bir halde belgesel izliyorduk.
Çığrından çıkmış filler bize doğru koşuyordu, ben küçük bi organizma olduğum için bacaklarının arasından geçebildim, ama arkadaşımı fil ezmişti, neyse şimdi kaçiym sonra gelip onu kazırım yerden dedim, sonra bunun bi çizgi film olmadığına karar verdim ve bizi çocuklar izlemicekse dostumu satarım ya bişi olmaz dedim, budunbilimci olduğum için ben kabileleri gezmeye başladım, bir kabile iki kabile, bi baktım sadece sayıyorum, bu iş bana göre diil diyip astronot olmaya karar verdim, astronot olmak diyince aklıma belgesel geldi, şartlı refleks tahliyesiyle cacıktan men edilişimin öyküsünü kader çok yetenekli bir şey olduğundan hem ağlarını örüp hem de kurguluyordu. En sonunda reklamcı olmaya karar verdim, tanıtıcı reklamlar yerine kanırtıcı reklamlar yapan bir metin ceviz yazarı olmak istiyordum, insanları bişileri almak için adeta kanırtacak böylece onları en sonunda alma eyleminin kanırtıcılığından bıktırıp, dünyadaki tüketim çılgınlığını engelleyecektim, çok harika muhteşem planlarım vardı, ama çölün ortasında bir bebek fil anne file çarpıp düşünce çok duygulandım ve ben kendimi mağaracı olmaya adadım. Mağaracılık mağazacılıkla karıştırılmıştır her zaman. Evet mağaracılıkta da,bir çok mağara çalışanları ya da elemanları, bir adet mağara müdürü ve her mağarada bir adet mağara adamı bulunur. Mağara adamı olmak için prezantabl görünmek en son istenecek şeydir. Genellikle 5 yıllık mağara adamlığı deneyimi istenir, aynı zamanda mağara adamlarında aranan en önemli özellik lider bir ruhtur. Bu ruh bende olmadığı için mağaracılıktaki bu pozisyona başvuramicaksam ben mağaracı olmam diyip elimi eteğimi bu sektörden çekiyorum. Sonra tasdikleme uzmanı olmaya karar verdim, herkese veri nays damgası vurup yollayacaktım, hiç kimsenin bir tasdike ihtiyacı olmadığı içiiin kısa zamanda zarara uğradım çünkü kendime bir sürü veri nays damgası yaptırmıştım, olacak iş değildi doğrusu bir tasdikleme uzmanı nasıl işsiz kalırdı pes doğrusu. Daha sonra kendime bir tercüme bürosu açtım. Gagavuzca metinleri tercüme eden çok şirin bir büroydu. Bütün gün oturup bir kağıda spiraller çizdiğim bu bir yıl boyunca büroya sadece 2 kişi uğramıştı. Hazin bir son olduğu çok açık ama artık çok iyi spiraller çiziyordum ve kendime Spiralleri Sevenler adlı bir klüp açarak, burada spiral çizme eğitimleri vermeye başladım. Bu eğitime ciddiyetle katılan bütün arkadaşlarımı saygıyla selamlıyorum. Global keriz dünyamızı sarmıştı gerçektende. Benim gibi çok yönlü bi insan bile iş bulamıyorsa noluyo lan çok güncel bi konuya değiniyorum yine. Hiç tarzım diyil, güncel konulardan beslenmek istemiyorum ben son derece gerçekçi bir yazar olarak, dünyanın bize uyguladığı bu illüzyonu ters yüz etmek içimizdeki ahengi gökyüzüne bırakarak ha insanlar uzun yazı okuyamıyorlardı dimi ben kesiyorum burada. Burada değil ya burda.
Ha bi Dakka ya.. Filmin sonunda şöyle oluyo. Cacık müzesi açtım. Dünyanın dört bir yanından yedi cihandan insanlar bu saçmalığın ne olduğunu merak edip geldiler. Çok zengin oldum. Danone ve sütaş cacık üretmeye başladılar. Bu çok nadide besinimizi tekrar gündeme taşıdığım için cacıkın patentini aldım. Daha sonra beyaz eşya firmaları teker teker kendi cacık müzenizi evinizde yapabilirsiniz artık diye bi buzdolabı gibi bişi çıkardı. Yine patent olayından zengin oldum. Sonunda dünya vergi rekortmenleri arasında ilk sıraları almayı başardım. Üç kişisel gelişim kitabı yazdım. Tam 100 kişinin katılımıyla (yani nüfusun yarısı) Pokohontas Cumhuriyeti’nde gerçekleştirdiğim seminer ise en büyük başarılarımdan biriydi.
Yazımı bir özlü sözümle bitirmek istiyorum: Asla ‘benden bi cacık olmaz’ deme.

Saturday, April 18, 2009

F

Halkımız uzun yazıları okumaya üşendiği için bu hikayemi çok tatlı bir mikrofon yardımıyla okuyorum. Öhöm. Paletler bazı milli yüzücü kuşlarımızın ayaklarında bulunan organik yapıların inorganik halleridir. Heran hayatınıza paletleri ayağına geçirip sürekli suretle geri geri yürümek isteyen bir insan girebilir. Bu insan için gerekli bir şey akbildir.örneğin beşiktaştan eminönüne gitmek istiyorsa önce tramvayla zeytinburnusuna gidip daha sonra geri geri Eminönüne paletleriyle yürümelidir. Şehiriçi raylı palet sistemleri geliştirilene kadar ne yazıkki bu yöntemi uygulamak gerekiyor. Bence belediye başkanı olan cisimcikler biran önce bu sistemi vatana millete hayırlı olsun diyip kırmızı bir kurdelayı sağdan 5 birim soldan 3 birim yani 8in katları uzunluğunda bir kurdela burada söz konusu olan, yalnız ms.word’ün kurdela kelimesini imla hatalı göstermesine şaşırıp ne olduğuna bakınca kurdele’yi doğrusu olarak göstermesine ben bi hayli şaşırdım,bence kurdela olur, kurdale olur ama ne yazıkki üzgünüm Türkçede kurdele diye bir kelime yok. F harfiyle başlayan kelimelerin sonunun ne olacağını ben merak ediyorum açıkçası. Çünkü son iki günde düşündük ki fanus ve fide kelimelerini yaklaşık 23 yıldır kullanmamışız. F ile başlayan kelimelerden en çok füniküleri kullanıyor olmamız yani her anlamda hem kelime bazında hem taşıt bazında kullanıyor olmamız çok ilginç. Fasulye kelimesinin tazesiyle de mesela aramız açıldı. Ne olduysa artık.Dünyanın güneş etrafında dönüşüne ve kuzey yarım kürede oluşumuza veriyorum. Tdk’da f harfine yöneldiğimde çok ilginç bir şeyle, ne olabilir tabii ki halkımızın yaratıcılığıyla karşılaşıyorum. Fak Fuk Fonu diye bir kelime var maalesef anlamını burada açıklamayacağım, çünkü zaten yazılarımın uzunluğu konusunda mustarip halkımı ben araştırmaya itip vatana millete hayırlı olsun demek istiyorum. İlla belediye temel reisi olmamıza gerek yok. Her neyse f harfiyle daha ilginç bişi olamicana karar verdim.

Tuesday, March 24, 2009

Dis-Kalifiye Eleman

Uyurgezer marka terliklerimi çok severim. Yaz aylarında onları giyip ormana doğru yolculuğa çıkarım. En sevdiğim yemekleri Fastbook lokantası yapar. Kapıda ‘’her canlı ölümü tadacaktır. Hm leziz.’’ yazar. İçeri girince dev adamlardan korkmamak gerekir, çünkü devlikleri topuklulardan kaynaklanmaktadır. Ekselanslar topuklu sever nitekim. Bu lokantada istediğiniz kadar fasikül yiyebilirsiniz, fasiküller kendi aralarında beşe altıya falan ayrılırlar, bunlar: partiküller, kaküller, keşküller, füniküler, müşküller, tevekküller’dir. Bunlar içinde yemeyi en çok sevdiklerimiz tabii ki fünikülerler ve müşküllerdir. Zaten müşkülleri seversek müşkül pesend oluruz ingilizcede. Hayatımız çok kolaylaşır böylece. Herkese girişte bir bağrı cihazı veriliyor, bununla istediğiniz gibi bağırabilirsiniz. Ne zaman ayın 30u perşembeye gelirse o gün Serbest Bağrışım günü olarak kutlanıyor. Çoheğleniyoruzkopuyoruz. Bu lökentada herkesin ziyaretine açık bir çapul koleksiyonu bulunuyor, yavşadığınız biri varsa getirip çapul koleksiyonunu gösterebiliyörsünüz. Tuvalette ‘kaba düz sıçınız’ yazıyor, ne demek istediklerini çözemedim, siz en iyisi terlik terlik soğuk su içmeyin, içerseniz hasta ölürsünüz evladım, sağlıklı ölmek istiyörsanız bünlera dikkat edin falan. Uzatmadan asıl meseleye girmek istiyorum desem bir şey anlatacakmışım gibi olur dimi aniden, şekil falan yaparım size, şekil demişken evet bugünkü konumuz Kümeler ve kümes Elemanları. Şimdi önce küme tekildir, kümes çoğuldur. Tekil bir şeyin elemanı olsa da olur olmasa da olur, kanımca kendi başına idare edebilir, çok kalabalık olmaz diye düşünüyorum servis çok çok biraz gecikir ondan da kimse ölmez, ama kümeste mutlaka elemanlar bulunmalıdır. Kümes elemanlarını tanıtmadan önce kümeslerin özelliklerinden ve çeşitlerinden bahsetmemiz gerekir. Şimdi bu kümeslerin tepesinde hep bi harf olur, bunlar kümesin sahibinin adının baş harfidir, kümesin sahibinin adı Hayri’yse kümesin tepesinde H harfi bulunur nitekim. Kümes elemanları böyle çok çeşitliyse Hayri alır bunları Listeleme yöntemiyle hizaya sokar. Eğer her gün bu kümes elemanlarını yoklamaya tabii tutmazsanız sonunda elinizde başka bir kümes çeşidi olabilir : Boş Kümes. Boş kümeslerin kimseye bi faydası yoktur açıkçası. Boşuna yer kaplar. Eğer Hayri bir gün kümesini Hen(n) şeması yöntemiyle hizaya sokmak isterse de boşuna yer kaplayan bir yuvarlakla uğraşmak zorunda kalıcaktır. Hayri oğlum buraya dikkatini çekiyorum. Hayri ve arkadaşı Necati’nin eşit sayıda kümes elemanı olduğundan, kümestizm akımının kurucuları olmuşlardır ve bunlara aralarında rekabet olmasın diye Çifte Kümestik’ler denir. Bundan sonraki kümestikler hep onların izinden gittiği için genel olarak diğerlerine Alt ve Post-alt Kümestik’ler denilmiştir. Onların kümestizm tarihinde bir yeri yoktur gibi bişeydir. Neyse günlerden bir gün Hayri ve Necati, Kümeslerin Birleşimi yoluna gidip Evrensel Kümes’e ulaştıkları bir gün Fastbook lokantasına bunu bir ıslatmaya gelmişlerdi. Açıkçası çok sıkıcılardı çünkü hala kümesler üstünde düşünmelerine anlam verememiştik lokanta ahalisi olarak. Yeni çok transandantal soruları şunlardı: Bir kümesin tümleyeni nedir? Çok yaşlı olduklarından bazı detayları unutmuşlardı tabii mesela kümes’ten önce ne vardı falan.. Ayrıca çok önemli bir problemleri de ideal Eleman Sayısının ne olması gerektiğiydi, çünkü her elemanın kendini ifade edebilmesini ayrıca ayda bir düzenlenecek tragedya gecelerinde nasıl bir rol dağılımının olacağını çok önemsiyorlardı. O anda akıllarına, bütün bunları kendilerinin yerine düşünecek diskalifiye bir eleman bulmak gelmiş. Bunları daha sonra öğreniyorum. Bin yedi yüz on üç başvurudan benimkisi kabul edildi ve Hayri And Necati Evrensel Kümes Sistemleri A.Ş.’deki diskalifiye eleman görevimi 2 yıldır aşırılı bir biçimde sürdürüyorum. Hen(n) şemelarını, Listeleme yöntemlerini, tümleyen bulma cetvellerini ve evrensel kümeleşme süreçlerinde yargılanan elemanlar envanterlerini ben çıkarıyorum. Her boku ben yapıyorum. Terliklerimi de ana kumanda kümesinde unuttum kayboldu zaten. Delioluyorumbuhayriylenecatiye.

Saturday, March 21, 2009

Katakulliye Geldiniz.


Yıllardır bankerlik yapıyorum. Bir çeşit bank bekçiliği. Küçük bir iş değil, büyük yatırım yaptık. Önce kendimi Lazencılız’a gönderdim bu alanda kariyer yapmaya karar verip. Anlicaanız amerikalarda tahsil görmüş bir gencim. Bankerlik tabiatüstü bir yetenek gerektirir. Bir kere bankınızı iyi seçmeniz gerekmektedir ki bu işin en zor kısmıdır. Ömür boyu size tahsis edilecek bankı bulmak zor iştir. Tarih tekerlekten ibarettir diyen yamulur, dolma oyacağı da tarihe gerekli damgayı vurmuştur, ağzının payını vermiştir. Ki dolma oyacağını kullanmak tekerlek kullanmaktan daha zor bir iştir. Suyun kaldırma kuvvetini yer çekimine tercih edeceğimiz günler gelicek görüceksiniz, buzullar ericek heryer su olucak o zaman görücem ben hepinizi. Çevreci oldum biranda. Brenda Tahmin Helvaları’nı her sabah kahvaltıda afiyetle yemeye sinan özen gösteriyorum. Haber Gülten’lerinde dinlediğime göre bugün sığınak yağmur yağacakmış. Habeşistan’dan herhangi bir muhabirimizin bildirdiği bu güzide haberi dinledikten sonra, kendime hemen hacimli bir sığınak aldım. Bundan kurtulursam Kara Küvetleri’ne yazılacaktım. En azından yağmura sokağın ortasında yakalanırsam hemen küvetimi çıkarıp keyfini çıkarabilirdim. Ülkemizde hariciye nazarı bulunmaktaymış, eee o kadar özelleştirmeyi herkesin canı çeker tabii, nazar değdi bak. Politik oldum biranda. Biranda köpüklenme var. Şnorkelleriniz de hazırsa yağmuru başlatıyorum! Boğulmanıza 68 sn. Pişmiş zaman aşımına su katılmaz, bunu öğrenemediğiniz için cezalandırılıyorsunuz. Umumi takvime göre 3 vakte kadar Yakutça dilini sökeceksiniz. Boğulmanıza 59 sn. Öğrenmek kolay olmadı biliyorum çok fazla magnezyum külfet çektiniz, olur öyle şeyler, boğulacaksınız zaten. Bir daha dünyaya gelebilirseniz eğer, kendinize bir tane vadeli kasap bulun derim. Boğulmanıza 33 sn. Zaman çok çabuk geçiyor üstadım. Size verilen süreden önce boğuldunuz. Diskalifiye oldunuz.

Uçarsan Yamulursun.

- Uruguay’dan baban gelse kurtaramaz seni artık

Uçurumdan atlamayalı çok oldu, uygun bi zamanında haber ver atlayalım diyorum. Aslında her boka atlamamasını ben söylemiştim ama beni hiç dinlemez o zaten çünkü Obi number one kenobi.

- Eğer şimdi buradan atlarsak, bunu kronik olarak kutlayalım biz. Hep bahsedelim birbirimize bu atlayışımızdan, çok tatlı bi anı bence.

Son zamanlarda sağ bağcığı sorun oluyordu.

- İlk ne zaman açıldı biliyor musun?

Galatasaray Hamburg maçında stattan çıkarken açılmış, başına dert olmadan çıkmış stattan ama hala açılması bağcığın onu sinir ediyordu, bir bağcığa sinirlenmesini de kendine yediremiyordu açıkçası.

- Bizim hiç öyle çok önemli bir anımız yok, çok sıkıcı olduğumuzu düşünüyorum.

Ben sıkıcı bir insan değilim. Yalnız onunla beraber kız kaldırmaya gitmediğim için hep beni suçlar dururdu, hayattaki en önemli aktivitesini gerçekleştirirken yanında bir dostunu istemesi normal diye düşünüp ona fazla takılmazdım.

- Abi elim ayağım kız kesildi, elimi kıza buladım abi, emir kızı değildi ama abi

Takdire şayan bir kişilikti aslında, gerizekalılıkta üstüne yoktu, tanıyabileceğim en gerizekalı insan olduğunu düşündüğümden özel buluyordum onu. Devamlı bir şeyler icat etmeye çalışırdı.

- Ne üstünde çalışıyorum biliyor musun? Susup yine uzaklara bak zaten. Sonra gelip benden para isteme ama.. Özel bir dedektör.. Öküzün altındaki buzağıyı bulmak için.

Zıvanaları o kadar kalın yapardı ki , tuvalet kağıdı rulosu koysaydın lan bari diyince küserdi. Çok küserdi zaten, her şeye küserdi. Ben çok hassasım derdi. Sonunda bu hassasiyetine objektif bir gözle baktığı bir gün şair olmaya karar verdi. İnsan herhangi bir duygusunu da aklı gibi kullanabilirmiş, işte bulmuşmuş, falan, o günden itibaren sıçtık zaten.

- Sana yeni şiirimi okumak istiyorum.
Ölür müsün öldürür müsün
Sen altında buzağı aradığım öküz müsün
Çok hassasım ben biliyür müsün
Bazen ömür törpüsü müsün

Ben bunu İranlı bir aktardan aldım
İç bunu iyi gelir dediler
Kalp yaramı keçi boku sandım
Yeme onu zehirli dediler

Kel başa şimşir tarak
El çırp şaplatarak
Şaplatarak ateşlebarut
Yan yana durmaz sen bunu unut!


Söyleyecek tek bir söz bulamıyordum. Ama ona sanki bir dahiymiş gibi davranıyordum. Bir şeyi desteklediğimi görünce de bokunu çıkarıyordu. Bir gün elinde bir karpuzla geldi.

- Bu benim yeni arkadaşım. Onun için bir şey icat etmek istedim. Ne yapacağımı bilemedim. Ben de onun için bir kitap yazmaya karar verdim. Kitabımın adı Pergel Batmış İlkokul Aşkları ve Abaküs Tanesi Gözyaşları. Nasıl buldun?

Gerizekalı merizekalıydı ama salak bir yaratıcılığı var gibi gelmeye başlamıştı. Ah o talihsiz olay…

- Karpuz yaşlanmaya başladı. Büzüştü falan böyle garip bişiler oldu. Şekilci bilmezdim kendimi. Kendimi tanımak için yollara vuruyorum kendimi, ben bir sanatçıyım. Çiçeklerimi sula lütfen ben yokken.

Böyle diyip çekip gitti, onu çok özleyecektim. Benim hiç arkadaşım yoktu. Nerden bilmiyorum, gelen haberlere göre kendini Uruguay’da bulmuştu. Gerçi hep Uruguay’la ilgili espriler yapardı. Bir kere bir sohbetimizde, ona bir şey için bunlar dünyada herkes böyle mi yani dedim. O da eveeet bir bakıyoruz, Uruguay’dan Recep, 1.70 boylarında, teniz oynamayı seviyor, lise eğitimini yarıda bırakan Recep, göründüğünün aksine Budizt bir çocuktur. Ne bilim lan ben dedi. Neyse duyduk ki Uruguay’da kendisine çeşitli terbiyeler vermek için, kendisini bir buz kütlesine hapsetmiş. Nasıl yaptığını bilmiyorum, ama yanında çeşitli biber ve patlıcan dolmaları yer alıyormuş. Daha sonra ona kompakt kalp gözü takıldığını öğrendim. Hep spritüel bir yanı vardı zaten, buna pek şaşırmadım. Uruguay’da kalp gözüyle ün yapınca, Uruguay’daki Dangur musun Dungur musun programına katılmış, sonra da KendimiSıçıpSıvıycamBen ve BeyniniElineVeririmSevgilim adlı iki cangul cungul çıkarmış. Biraz para kazanmış. Aç olmakla tok olmak arasındaki çok stresli çizgide olurdu hep. Biraz doymuştur salak diye düşündüm. Yıllar sonra aklını kaçırmış bir halde buralara geri döndü.

- Kendimi siyaha boyayıp 40 Esmer yarışmasına katıldım. Zeki ve esmer olmadığım ortaya çıkınca beni ülkeden sürdüler. Ben de bu lanet olası yere geldim moruk! Wazzup?!!

Uruguay’da kültür çatırdaması olduğunu düşündüm. Onun salaklığı bana da bulaşmıştı herhalde. Dediğimi unutup bir an durup o nasıl bir dama ya dedim? Kültür Çatır Daması. Bundan sonra ne bok olduğunu unutup, hep oynamak istediğim bir şey olarak kaldı. Onun varlığı beni derinden etkilemeye başlamıştı.

- Hadi tamam kendine yüklenme bu kadar, olur böyle şeyler insana, ben şimdi susup biraz etrafa bakıcam mal mal, ben de senden etkileniyorum.

Çok sıkıcı bir insan oldu ya. Genetik yapısında bir bozukluk var mitokondrilerini aldırmış gibi.

- Hayır bende sansasyon yetmezliği falan yok? Hem o ne demek ya?

Anlamıyordu beni cidden. Sansasyon yetmezliği var işte, hiçbir şeyden zevk almaz gibi oturuyor orda, hayatındaki tek dişiyi kaçırmak zorundayım. Tavuğuna elveda de lütfen.

- Tavuğumun sende olduğunu biliyorum. Her yerine sıçmış zaten ya keser misin şunu artık. Ben tavuğumu bokundan tanırım ahbap.

Tavuğunun bokunda çok boncuk aradın sanırım demedim. Artık onunla konuşmak istemiyorum. Ben hassas bir insanım. Şair olmalıyım belki de.

- Tamam oku hadi..

Kocaman devekuşları var etrafımızda
Topraklar delik deşik oldu
Sakla samanı dursun mutfak rafımızda
Sana neler oldu böyle Asu?

Bu insanlar maymundan trenle mi geldi?
Su bizi babasının hayrına mı kaldırdı?
Yerçekiminin bütün sebebi Ms. Bacardi
Asu kıllarını en son ne zaman aldırdı?

Biliyorum çok iğrencim
Kitleniyor bazen bir garip bilincim
Susun artık pırasalar rica ediiciim
Büyüyünce olucam bir müneccim.


Yani bir insan bu kadar mı ruhsuz olur. Bi de başımıza müneccim olma lütfen bir dur artık ya mental retardasyonlu musun dedi. İyi be dedim. Artık buralarda duramazdım ben gidiyorum dedim. Ama gitmeden önce gel lütfen söz verdiğimiz gibi uçurumdan atlayalım dedim. Çok ısrar ettim. Bak dedim mutlaka montlarımız paraşüt görevi görecektir. Boşuna o kadar para saymadık, aynı zamanda paraşüt görevi görebilen bu şahane montlar, kırmızı, mor, sarı ve yeşil renklerde olup, bir alana iki bedava kampanyamız vardır, yani ikisini üstünüze giyip, birini de ortanıza alırsanız, diğer tarafa şöyle bir uğrayıp dünyamıza geri dönebilirsiniz, kampanyasından bunları boşuna almadık herhalde. Sonunda ikna oldu. Ya ben neden yaptım bunu? Neden ısrar ettim. Ama ona montla beraber yeni ayakkabı almasını söylemiştim. Tabii ki uçurumun başına gidip hayatımızı ne de çok sevdiğimizi anlayıp, bira falan içip geri dönecektik, ben ona şiirlerimden okuyacaktım. Beni ayakkabısının bağcığına takılıp uçurumdan aşağı düşerek hayat boyu gerizekalılığa terk ettiği için onu hiç mi hiç affetmicem. Götsün olum sen!

Thursday, March 19, 2009

Saçma ama Konulu.

Ben dimi sığmam buraya taşarım?
Bu kavanozlar dar gelir oldu bana
Japon balıklarıyla aynı kefeye koyma beni
Güldürüyolar olum beni çok pis
Su yutuyorum sonra olur olmaz yere kirpiklerim ıslanıyor her şeye
Anneni daha sık anımsıyorsan hatta müdür bey bekliyor seni
Alnımızda bilgilerden bir çelenk ne yazıyorsa o
Yağmurdan kaçarken doluya tutulursan 90’lı yılları hatırla
Herkesin kalbi kadar temiz bir takım sayfaları ayırdığı zamanlar
Bir zamanlaaar, ebabilin bir kuş olduğunu şarkılardan öğrendiğimiz
O eski zamanlaaar
Akrostişisiz bir şiir yazdım, tutturun ucuna kornişleri
Ya da bırak arkadaşım artık bu işleri
Yıllardan 2009,marketler bile bizi sevindirir olmuş
Kim derdi ki bu yokuşun ucunda mutluluk var
İşleri yokuşa süren yok, nefesimiz kesiliyor ama hala
Faturanızı ödemezseniz tabii kesilir diyorlar
Biz de digitürk’e yaptığımızı yapıyoruz
Tamam ödicez, maç var açın diyoruz
Açıyolar onlar da
Parmesan peyniri ayak kokar, kuru üzüm et benine benzer
Yine de yiyorsan, hayatta bu kadar şikayetçi olmaya ne lüzum var
İsmail mutfakta biri mi var?
Dik ve dar kafalı, düz mantıklı, kıt beyinli ve yüzeysel ve perspektifsiz
Böyle garip bir geometri, msn adamından hallicelik
Sen de yok işte bunlar, şeklin var şemailin var
Sinyal çekmeyi bırak, büyük bir öneri bu
Ademle Havvaya elmayı yemeyin gibi
Şuradan devam edelim taksici bey
Şöyle sola doğru kayaraktan
Rastık çekerek Mahmure
Yaşam yuvada kuş gibi
Hadi uç pırpırpırpır
Uçtu uçtu kuş
Travertenler
Tentenler
Tenteler
Tente
Ten
On.

Sen Macellan'sın Büyük Düşün.

Akdeniz Rüyası ana bilim dalında yüksek lisans yapan bir arkadaşım olmasını çok isterdim, mahallemizdeki teyzeler için kaplıca mevsiminin gelmesini ve artık kaldırımlardaki teyze trafiğinin bir an önce bitmesini isterdim, stratejik olarak bazı yanlışlarım olduğunu kabul edebilirim, ama domates tarlalarının kokusundan da vazgeçemem, hiç domates tarlasında bulundum mu, belki bir kere, nerden aklıma geldi, domates tarlasında muhabbet eden iki arkadaş düzeneği gibi bir şey olması lazım, ya da domates tarlasıyla tam bir alakası olmayabilir, ama hayalini kurmaya çalıştığım ama icat edildiği çağda arkadaş ilişkilerinin derinliğinden, gerekliliklerinden ve faaliyetlerinden bihaber olduğum için, kafamdaki muhabbet eden iki arkadaş düzeneği, iki arkadaşın karşılıklı oturduğu ve ortalarında bira çeşmesi gibi bir şeyin olduğu bir düzenek, böyle olmadığı çok açık, bir bilen varsa anlatsın, bir de geçmişte, yani benim için geçmişte beher diye bir şey vardı, namahrem vardı bi de onun konumuzla bi alakası olduunu sanrılamamaktayım, saatlerden üç olmuş saat, bizler daha uyumamışız, hafif bi mamışma var ama tam da diil, asalet içinde sigarasını yakıyor, ortada bu gece enteraaasan hiçbir şey yok, Borneo ormanlarında bir yerli kabilesinin bir üyesinin evinde hafif pornografik bir afişin olması çok ilginç gelmişti, bunu bana adı fantezi müzik sanatçısı adına benzeyen bir felsefeci anlatmıştı, bazı arkadaşlar kimden bahsettiğimi anladılar, ayrıca bana ilginç gelen bir şey daha var, burnumun ucunun uyuşması ve karıncalanması, burnumda bir piknik masası olduğunu biliyoruz zaten, piknik masasının üstünde yeller esince burnum karıncalanıyor olabilir mi, burnumdaki piknik masasının yerinde yeller esmeyeceği artık garanti, bir arkadaşım da annesinin birikmişleriyle burnuna benimkisi gibi bir piknik masası yaptıracağını söyledi, hadi hıyarlısı.
Ne bu ya böyle de Hollandalı devlet memuruna benzedim, zaten hepsi isa bu bebelerin.
Ben turuncu’daki sıra sayı sıfatı ekini sevdim, kırmızı’nın bir böcekten geldiğini öğrendim, sarıyla sarı sayı sıfatı eki yaptım, maviyle pantolon yaptım, beyazbeyazbeyazbeyazbeyazbeyaz diye kaba bir emir cümlesi, mor ise demoralizasyon işleminden sonra bambaşka renklere dönüşüp bize kendisinin çok ötesini gösterip müzik falan yapmaya başlayabiliyor, mordan sonra Finler gelir, morfinler ve morfiller, filler gridir, gri sevdiğimiz göç ederken suya doğru yorulup tozlardan kapanan gözleriyle annesinin poposuna pıt diye çarpıp düşen küçücük miniminnacık tatlımıtatlıcık bir küçük filin rengidir, kahverengidir ülkemizde çoğu gözler, al yanaklıdır kirazlar, giyer yaz günü siyahlar.
Günlerden bir gün saat 8i5geçe, kandilimizi mübareklediğimiz bir gün, kutsal mutsal diyor birileri, neyse işte efendime söyliyiim, bir ördek dünyaya gelmiş, vaftiz edilmeden önce son dileğin nedir diye sormuşlar, dilimi kesin demiş, şimdi ne demek bu, doğuştan psikolojik bir bozukluk demeye yetkili kişi ben miyim, ben bilmem beyin bilir gibi bir şey, erkeklere inanmaya çalışan bir bilim kanının dramı gibi bir şey, neyse biz çıktık gittik oradan o gün, ördeği vaftiz edemediler, çok sıkıcı bir törendi, ne olduğunu bile anlamadık, bir takım penguenler geldi gitti,canımızdan kanımızdan bir ördek yani bu atsan atamazsın satsan satamazsın, sonra dayanamayıp birisi çıkıp susun diye bağırdı, ördek de etrafta bir sessizlik vak diye ekledi, böylece biz kalkıp veranda da çayımızı içmeye karar verdik, donetella falan da geldi, o kimse artık.

ne güzel bi rü ya bü ya.

cosmic .:
ben bi ruyamda
cosmic .:
bi kere annem arabayı sürüyo babam yanda bende arkada oturuyorum bide arkadaşım var alakasız ama orda o da
cosmic .:
yolun bi kenarı bayır aşağı deniz
cosmic .:
bizim lastik bi virajda bi çıkıo annem bişey anltıp sürerken arabayı
cosmic .:
o lastiğin çıkışını falan görüyorum böle
cosmic .:
devrilioruz denize
cosmic .:
arabanın içine su doluyo çıkıyoruz vs.
cosmic .:
sahile bi gidioruz herkes böle tutulmuş bişey izliolar
cosmic .:
ama bize doğru bakıolara ama bize deil başka bi yere bakıolar
cosmic .:
bende bi anda havanın ortamın rengi deişio
cosmic .:
ya gündüzdü şimdi hatta sabahtı neden böle karardı diorum
cosmic .:
bi dönüorum arkamı kocaman böle bi ay tutulması
cosmic .:
sonra bi dier yana çeviriyorum ordada güneş tutuluo aynı anda
cosmic .:
bölee onları izledim sonra

cosmic. olarak bir boşluğu ve noktası da var.

Wednesday, March 18, 2009

Domestic Kahpeler

Bak şimdi yağmur yağdı falan ya her yer ıslandı, domestik kahpe dediğin cisimcikler bu havada dışarı çıkmazlar, çip olayı var ya bu beyinle alakalı falan, çipler suyu yarı geçirgen bir yapıya sahiptirler ve en sevdikleri arkadaşları bu çiplerin mitokondrilerdir, iyi gün dostu olan ve Tansu Çipler’ in soyundan gelen bu çipler, zaman zaman yolda dört tekerin üstünde giden büyük cisimlerle karıştırılabilirler, isterseniz kaşıkla da karıştırabilirsiniz, ayrıca çiplerin üstünde de yuvarlanabilenler vardır, acaba Haydar Dümler çimlerde yuvarlandığını hatırlıyor mudur, hatta Tansu Çipler ve Adolf Hipler çok çok iyi arkadaş olabilirler, bayram tatilinde beraber özel bir uçağa binerek Karaçipler Adasına giden ikili, beşli ve sinek üçlüsü koltuklarımız mevcuttur, müessesemiz yazmanın zorluklarından bahsetmeden önce, uçağımıza dışarıdan yabancı çipler getirmenin yasak olduğunu belirterek, bu kadar s’yi bir arada görme şerefine 160 fitte ulaştığımız için iyi yolculuklar dileriz, ben kaptanınız ‘’Çabuk çıkarın beni bu Kaptan’’, Hepimiz birimiz ve Kabin Ekibimizle beraber, birazdan sizlere uçağı düşürdüğüm takdirde neler yapmanız gerektiğine dair bir takım önerilerde bulunmak istiyorum, uçak düşünce neden hep reçelli kısmı alta gelir, bu seni düşündürdü bakıyorum, baktınız uçak düşüyor, hemen o saniye otobüste öğrendiklerinizi unutun, hep beraber salak gibi arka kapıdan inmeye çalışmayın, ‘’imdat çekici’’ bir kelimedir, biliyorum ama bağırıp durmayın, inenlere öncelik verin dicem saçma olacak, tehlike anında önce kendinize sonra bebelere balon verin, birazdan oksijen maskeli balomuz başlayacaktır.

bi de bu vardı

bir mektup gibisi yoktur.

Kaygımız olmasın diye çıktığımız yolda çok kaybımız oldu, ama hayatın düşünülerek ve evde sakince oturarak geçirilecek bir şey olmadığını neyse ki anlamıştık, evlerimizi minimal bir takım eşyalarla donatamayacak kadar boş olan ceplerimizin el verdiği tostları yiyorduk, içimiz kurumuştu artık, otobüste giderken camın arkasına düşen görüntülerin tersten ama çaprazına akması gibiydi her şey, ileri gitmemiz için biraz sağda solda vakit harcamamız gerekiyordu, kendimizi bir yere ulaşamayacak canlılar olarak görmüyorduk açıkçası, hayatın bizi bir yere ulaştırabilme yeteneği kısıtlıydı, ama kendisini biraz daha zorlaması gerekiyordu çünkü artık tost yemekten gastrit olmuştuk, hayatın üstümüzde deneyler yaptığını biliyorduk ama hayat artık bizim için içinde bulunduğumuz bir şey değil de bir arkadaşımız gibiydi, ondan kötü sözlerle bahsediyorduk, onun laboratuarındaki herhangi bir şey olmadığımızı biliyorduk, kadavralaşmaksa en son istediğimiz şeydi, başka arkadaşlarına içimizi açıp ‘’işte bunu da kendi tarzımla yaptığım lavdanomumla öldürdüm, içinde herhangi bir beyin kırıntısına rastlamak mümkün değil’’ demesine tabii ki göz yummayacaktık, ona içerlemeyecektik de , ‘’gençliğinde de böyleydi bu’’ diyip geçecektik, kendimizi sokaklarda bulacaktık, üstümüzü kalın bir şeyler giymemiş olacaktık, duvarlardan atlayıp vardığımız bir bahçenin içinden damlara bakıp garip siluetler görecektik, kafamız çok güzeldi bizim, sezaryenle doğduğumuzdan değil, güzeldi işte kafalarımız, onların da garip siluetleri vardı, yaptığımız profesyonel pagan dansları propagandamızdı bizim, ‘’ne diyorum ya ben ‘’ diye bir an bile düşünmeden konuşurken denizin ortasından bir duvar yükselecekti, deniz çıkmaz bir sokak olduğunda canımız bir sokak lambası da olsun diyecekti, o da olsun bu da olsun bana ne bana ne, şımarıktık, önümüzden sefer taslı sapık geçse, hepatitli biri sigarasını ya da birasını bizimle paylaşmak istese, travestiler kafamızdan aşağı o biraları dökse, dev böcekler bizi sokaklarda kovalasa bile biz kendimizi yine sokakta bulacaktık, maymunların elinden tutup, ağaçları peşimize takıp, fillerin üstünde, yılanlar boynumuzda, kafamızda kuşlar, kaplanlar yanımızda, robotlar önümüzde onların izinde, arkadaşlarımız Okunmuş Şeker Kız Candy ve Hippiliğin Yılmaz Savaşçısı ‘’Yemekteyiz Nurettin’’ ile Nuh’un sokağında yürürken, bazen durup geride kalan zavallı savunmasız salyangozlarımızı bekleyecektik, inanması güç ama bunların hepsine biz normal diyoruz, ceplerimiz para değil ama ciddiyet dolu, her şeyi ciddiye alıyoruz, kimse bizim o çocukluk aptal şarkısını ‘’Destanee gündem palamuut’’ diye söylememize engel olamaz, sokaklar bizim sirkimiz, gargaralarımızı alıp topların üstünde galagaualela şeklinde dönerek ağzımızı çalkalıyoruz, o çok sürrealist ‘’ seni sonsuza kadar seveceğim’’ şarkılarına inanmıyoruz, sokakların ortasından birden gözlemeler çıksın binaları sarsın büyüsün, insanlar gözlemeleri kemirmeye başlasın istiyoruz, camilerin şarkıcıları artık günde 5 vakit motivasyon konuşması yapsın istiyoruz, bazen ne dediğimizi bilmek istiyoruz, ağzımızdan çıkanı duya duya yorulsun istiyoruz kulaklarımız ama kulaklarımızı da delik deşik etmişiz, oturup bu sağır halimizle bir mektup yazmak istiyoruz sokaktan ayrılmadan önce, sonunda bu sokağa bir veda öpücüğü vermeyeceğiz, o böyle şeylere gelemez, sevgili sokak, seni öyle çok sevdik ki, ve başkaları aslında seni benden daha çok sevdi, ama kimin yazısı güzelse o yazdı her şeyi bu hayatta, sana bu adaletsizliklerle gelmek istemezdik ama sen alışkınsın her şeye, hiçbir şeye şaşırmazsın, hiçbir şeyi de şaşırmazsın, sen en doğrusunu bilirsin, sen büyüksün, sen şöylesin böylesin diye sabaha kadar sana tapmamızı beklemiyorsun herhalde, sana biz resim yaparız, sana biz kahkahalarımızla geliriz, biramızla şarabımızla geliriz ama asla eli boş gelmeyiz, bazen gaza geliriz, bazen dize geliriz, bazen cuma bazen cumartesi geliriz, ama asla şakaya gelmeyiz, sen bizi kovsan da gitmeyiz, her gün içinden geçeriz, üstüne basarız, çok ses çıkardığın zaman sana kızarız, arabaları alma buraya deriz yine de inat eder alırsın onları, senden dünyada çok fazla var, herkese yetecek kadar yok ama, o yüzden bazen o kadar özelsin ki, o kadar çekicisin ki bazen, senin sonunda bir güneş batsa ölüyoruz senin için, ama hayat bazen senin içinden geçtiğinde, senin onla her zaman arkadaş olduğunu biliyor olsak da, bazen sana darılıyoruz, bazen üçümüz birden arkadaş olabilsek diyoruz içimizden, ama senin arkadaş olduğun hayatla bizim tanıdığımız hayat aynı kişi değil, o yüzden boş ver hiç ısrar etme, bu iş esrarını korusun, bu mektup da burada bitsin.
Kaygılarımla…

Looplar Civarında Cinayet

Kalkıp gittik oradan, kumlarda yürüdük, ellerimiz kan revan içinde kalmıştı, insan looplar civarında böyle şeyler yapmaz diyorduk kendi kendimize ama olabiliyormuş bunu gördük, kendimizi kumlarda öldürmüştük, ayakkabılarımızı giyemiyorduk yaralı bereli ayaklarımıza, kumlar canımızı acıtıyordu ama yine de mutluyduk galaksinin ortasında, küçük ayı büyük ayı gerisi de işte ahmet mehmet ali ayşe falan olan yıldızların altında, düşlerimizi bir tasa koymuş, tasa ip bağlamış, haldur huldur yürürken looplar civarında, loopları yaratanın dalgalar olduğunu keşfettik, birbirimize baktık ve gülümsedik, artık sonsuza kadar looplar civarında kalamayacağımızı mantar tutmak istemediğimizden anladık, ah işte o da geldi, looplar civarı gergeeedanından, üçüncü Gerg de aramıza katıldı, biraz iri bir arkadaşımız olan Gerg’in aklına gelen fıkra bizi kitleyecekti fakat hiç birimiz bunun farkına varamadık, çünkü biletimiz yoktu, üstüne üstlük bir cesetin üstünde para olması kadar manasız ya da moneydar bir şey olamazdı zaten, kırmızı renkli bir trenin üstümüzden geçtiği bir maça ası rüyasıydı bizimkisi, saça benzer bazı şeyler akıyordu kafamızdan ve kaçabileceğimiz tek yerin Gerg’in dişleri olması da cinayetimizin bir bedeli sayılabilirdi, dişlerimizin de gergin olması cinayetin kinayesiydi, yani kız kardeşiydi, sana bir çakmak lazım diyordu yanımdaki adam, şöyle bir cama yapıştırıp soksam kafanı içine diyordu, camın içindeki rakıdan kendini tabağın içindeki kavun sanmaya başlasan diyordu, bana ufaklık diyordu, farkında bile değildi artık çoktan diğer tabaktaki ukala ton balığı olduğunun, artık onunla anlaşamıyordum galiba, cinayetten sonra ilişkimizin bütün büyüsü kaçmıştı, pet şişenin içindeki son yudum colası gibiydik, sanki bütün şeker dibimize çökmüştü, onun beyni gözümde bir nohut tanesi kadardı, belki hala onunla bu kumlarda olmamın sebebi, beyninin dünyanın tek kırmızı nohudu olmasıydı, tükendiğimiz yere kadar ya da hiçbir yerde ki çam ağacına kadar, kıvırcık akıntılarımız durana kadar, belki de ikimizin beyni yeşil mercimek olana kadar bu kumlarda yürüyecektik, bunu ne Gerg bilebilirdi, ne looplar, ne biz, ne de siz, izci sözü mü vermiştik hatırlamıyorum beynimi yokluyorum, beynimi gıdıklıyorum yok yok böyle bir söz yok, götümde bir kaktüs varmışçasına sabırsızım gitmek istiyorum buradan, hasta la Vista diyerek aranızdan ayrılmadan önce, bir fincan kan mı demlesek diyorum, menengiç ne demek onu bile bilmiyorum, geçmişte kavurduğumuz bir şeyler olduğunu iddia edenler olsa da olay neydi ben unuttum, bir cin ayet vardı, çok cin bir ayetti, bize ne emredeceğini çok iyi biliyordu, 2 kere 2 4 eder diyip bize söyleyecek bir söz bırakmıyordu, ‘’ohooo sen nerde yaşıyorsun arkadaşım?’’ diyordu, kafam çok karışıktı sucuk sosis salam, kafam et olmuştu, çalışması artık imkansız, kafamda bir inek katliamı olmuş ki bu hiç birimizin suçu değil, adamın biri patates yiye yiye ölse ne yapacaktık san ki, mahalle arasında sigarasını tüttüren bir kahpe, tırabzan ekmeğine nedamet içinde bal süren somurtkanlı canlı bir insan olmak istiyorum belki de, bütün insanlık retro kelimesine takmadan önceydi belki de bütün bu hayaller, Hay Aller adlı Alman loop gurusu bir adamla tanıştığımı da bütün bu hayaller içinde saysak ne kadar saçma bir hayal dünyam olduğunu düşünür dururduk, ama ayaklarımıza kana sular indiği için bu gidişin bir duruşu yoktu.